8 Ocak 2025 Çarşamba

HIZLI GELEN BİRŞEYLER VAR

 

Galiba yaşlanıyorum. Sadece fiziksel olarak değil, ruhen ve zihnen de yaşımın ötesine sıçradığımı hissediyorum. En belirgin kanıtım aynı hikayelere sık sık dönüyor oluşum. Neden? 

İnsan yaşamı neresinden bakarsanız bakın çok katmanlı bir yaratık. Her birimiz binbir gece masallarındaki gibi birbirine zincirleme bağlanan, olay içinde olay tadında yaşıyoruz ömürlerimizi. Aksilikler, tesadüfler, şans faktörü gibi pek çok şeyle sayısız kapı ve pencere açılıyor yaşamda. Benim anlamadığım şey neden deneyimlerimizin bir kısmını hemen oracıkta unutabilirken, aralarından neye göre seçtiğimiz belirsiz olan bazılarını iyi ve kötü diye ayırmaksızın alıp, sonsuza dek zihnimize yük ediyoruz?

Oysa geçmiş ve bitmiş hikayeler silsilesinden gayrı hiçbir yaşamsal değeri kalmayan bütün bu hikayeleri değil birine anlatmak veya yazmak sadece ve sedece yeniden düşünmek bile şimdiki zamana ihanetten başka birşey değil. Bizi biz yapan yaşanmışlıkları reddedelim demiyorum, aksine hepsinin değerini biliyoruz, deneyimin katkısı konusu net. Anlayamadığım şey yapışmak ve durmaksızın sahnelemek için neden özellikle ıstırap veren anıları seçeriz?  Neden? Hadi mutlu ve komik hatıraları anlarım, birilerine anlatıp gülümseriz de  insan acıyı niçin başına taç yapar?

Bence yaşlanıyorum. Zaten had safhada olan zaman takıntım gittikçe artıyor ve artık çok daha hızlı öfkeleniyorum. 

Hız seviyorum tamam ama zihnimi şimdiki zamandan ayıran geri sarmalara hiç sempatim yok... Dişlerimi sıkmadan ve bedenim ısınmadan hatırlamayı seviyorum ve mümkünse sadece birkaç dakika...

6 Ocak 2025 Pazartesi

LADY LADY LADY

 

TUNA... Beni zorluklarımla, zıtlıklarımla, korkup öfkemde kavruluşlarımla seyreden ve tüm bunlar olurken en şefkatli yerden notlar bırakanım...

Geçtiğimiz yıla dair teşekkürümdü Tuna'nın varlığı. Tıpkı Selma, Elif, Ebru, Özgül, Ela, Derya için şükrettiğim gibi şükrettim, şükrettim ve iyi ki dedim, iyi ki var dostluk denilen şey.

Beni bilirsiniz ölümle terk edilişi sindiremeyen hastalıklı tarafım zaman zaman hortlar. Fakat geçtiğimiz yıl uluyarak ağlarken ölülerime değil, dirilerime sığındım. Evet Victor'u özlüyorum, benden, bizden çalınan yaşlılığa gücenikliğim değişmedi ama öte yandan hala elimi uzatsam tutabileceğim birilerine sahibim. Sanırım bu büyük bir teşekkürü hakediyor. Benim inancımda teşekkür göklere, günleri getiren han kimse ona.

Işığa ve güneşe eğilirken bu sabah, şansıma da selam göndermek istedim. Tuna'dan gelen şarkıyı dinliyorum zaman zaman; Lady Lady Lady.. Yaşadığımız yıllar, o yılların içinden bize uzanan hatıralar... Bazen uzun bir ömür diye geçiyor aklımdan. Upuzun ve dolu, hatta tıka basa dolu yıllar. Şanslı ve şansın hala yanı başımızda olduğu eşsiz zamanlar.

Çok sağlıklı, bol dostlu, güzel sofralarda buluşulan, içinde güneş ve deniz olan yıla hoşgeldik. Sahip olduğum herşeye minnet ve sevgimi sunarken, en çok dostluklarım için müteşekkirim.



3 Ocak 2025 Cuma

TEK TEK KAPATMALI İNSAN AÇTIĞI CEPHELERİ


Diplomasi, beni irkilten, hafiften tiksindiren kelimelerin başında gelirdi. Fakat şu son birkaç haftadır, ortalama kavun büyüklüğündeki kafamın içinde verdiğim savaşla idrak ettim ki, yaşamak istiyorsak hava, su kadar gerekli diplomasi. Hatta tam formül: hava, su, ekmek ve diplomasi olabilir.

Ben savaşçı olarak doğmadım. Aksine, prenses olarak doğdum ama nasıl olduysa oldu arada derede önce tacım alındı başımdan, sonra birileri elbisemi yürüttü, ayakkabılar vesaire derken bir sabah uyandığımda üzerime zamkla yapıştırılmış zırhımla Kafka'nın böceği gibi debeleniyordum yatağımda.

Her ne kadar ben bu değilim diyerek çığlıklar atsam, öfke nöbetlerinde çırpınsam da uzun süre hayatımın kontrolünü elime alamadım. Cepheler açtım zihnimde; birinci çocukluk, ikinci çocukluk, donup kalmalar, yıkıp dökmeler... Yıllarca kılıç salladım kazananı kaybedeni olmayan cephelerde. Yaraladım, yaralandım. Öldüm, dirildim, öldürdüm, gömmedim. Kafamın içinde konuşturdum, koşuşturdum insanlarımı. Aç, açıkta değildim fakat ayazdı içimdeki cepheler, sonsuz kıştı arka fondaki manzara.

Delice savurdum durdum kılıcımı. Sonuç? Yoruldum. Sonuç? Anladım. Anladım ki tek tek kapatmalı insan zihnin cephelerini, tahliye etmeli kelimelerini. Silip süpürmeli muharebe alanını ve fon, en önemlisi fonu değiştirmeli. Yaz olmalı arkadaki mevsim. Çünkü ancak insanın içinde sımsıcak bir yaz olursa biter savaşlar. 

İşte diplomasi buydu; olayları ve insanları değiştiremeyeceğin gerçeğine aydığın, sadece kendi duygu ve düşüncelerini yönetebileceğine dair farkındalık kazandığın an.

Hayatımız boyunca başkalarının kudretine, kontrolüne, sevgisine emanet ediyoruz kendimizi. Bize ait olan yere doğrudan yerleşmek yerine, birileri buyur etsin diye davet bekliyoruz. Olmuyor. Pek çok ömür de o acımasız ayazda, kafaların içindeki savaşlarla sona eriyor. Sessizliğin ve sevginin gücüne uyanamıyoruz. 

Tek tek kapatıyorum zihnimdeki cepheleri, salıyorum hapsettiğim sessizliğimi. Bir bir gömüyorum çoktan ölmüş askerlerimi. Rüyalarımda kadınlar ve erkekler var etrafımda, onlarla dans ederken her dönüşte ufak ufak parçalar kopuyor zırhımdan. Uçuk pembe bir etek ucu çıkıyor o açılan boşluklardan. Miğferimin altında sabırsızca bekliyor saçlarım güneşe kavuşmak için. Tek tek kapatıyorum zihnimin cephelerini, derin derin içime çekiyorum mevsimin çiçeklerini. 

Artık bana hep yaz olsun istiyorum.