23 Ocak 2025 Perşembe

GÜNEŞ ÜLKESİ -II- SÜZÜLMEK, DEVŞİRME BİR TAŞ GİBİ ( Bodrum Günlüğü, sansürsüz notlar )


Aslında yüzmüyorum daha çok süzülmek, belli belirsiz kımıldamak yaptığım. Bulutları, denizin sathındaki hareketlerini izliyorum. ÇOCUK heyecanı var üzerimde. Sabah, kasabadaki turistlerden ve hatta yerlilerden erken, emekli kale müdürü Oğuz Amca ve Cengiz Kaptan’dan geç varıyorum sahile. Arşipel’in başka denizlere asla değişmeyeceğim, insanı sıkmadan kucaklayan kollarındayım.


Fırtına bulutları küme küme dizilmiş gökyüzünde. Tam tepemdekiler pamuk yığınıyken az ötedekiler gri dumanlı tül perde. Güneşin ilk ışıklarıyla sudayım. Kaleyi seyrederek yüzüyorum. Unuttuklarımı hatırlamak ister gibi, gözlerimi ayırmadan bakıyorum taş duvarlarına. Neyi unuttuğumu merak ediyorum. Vaktiyle ellerimle ördüğüm duvarları şimdi aşamıyorum. 

Seziyorum; benim sırrım, hazinem taş duvarların arkasında.

Uzun zaman önce ağzına çaput tıkadığım çocukluğumun üç günde güvende hissetmesini beklemiyorum. Yavaş yavaş sokuluyorum geçmişe, zihnimin konuşmasına fırsat vermeden seyrediyorum gündelik yaşamı. Kale sadece sembol. Karaada, tekneler, rüzgarın önünde koşan bulutlar, Göktepe hepsi ipucu; içine neşemi, gözyaşlarımı ve beni ben yapan her şeyi gizlediğim, evime uzanan yolu gösteren işaretler.

Kale duvarına yerleştirilmiş devşirme taş ya da sürüsüne geri dönmüş kurt gibiyim. Hem bir parçası olduğum, hem de hala kımıl kımıl huzursuzlandığım tüm bu bildik kokular ve renkler yeterince sabır gösterirsem benimle konuşur mu? Kabul edilir miyim buralarda? Ben bunu bekleyebilir miyim? Sabredersem evimin yolunu hatırlar mıyım?

Arşipel'in bu kıyısına ne sebeple  gelip, hangi bahaneyle ayrıldığımızı ve içinde yaşadığım hayata ne vakit tıkıştırıldığımı merak ediyorum. Hangi duvardan söküldüm, temellerim nerede benim? Oraya dönmek, orayı görmek istiyorum.

Ertesi Gün

Ne hissettiğimden hatta bir şey hissedebildiğimden emin değilim. En belirgin duygum öfke. Uzun zaman önce ezberletilen bir şiiri gibi kırgınlığım. Ezberden okuyorum fakat ne hakkında olduğunu bilmiyorum. Dudaklarımdan dökülen kelimeler, kulaklarıma yabancı. 
Diğerlerine ulaşma çabamdan vazgeçtim. Artık herkesin bir yerlerde takılıp kaldığını, farklı sebeplerle donduğunu ve bunu çözemeyeceğimi biliyorum. Benim derdim kendi takılmışlıklarım. Hayatı su arkına ve bize verilen zamanı akıp geçen suya benzetirsek, yolumu tıkayan, beni yavaşlatan çalı çırpıyı temizlemeye çalışıyorum.

Dün sabah ağlayarak, bu sabah şarkı söyleyerek yüzdüm. İki sabah arasındaki tek benzerlik güneşin doğuşuydu demek isterdim ama değildi. Güneş her sabah aynı noktadan doğmadığı gibi, her doğuşunda aynı şekilde parlamıyor. Bunu bilmek için sabah erken kalkıp onu uzun uzun beklemek ve sonra an be an izlemek gerekiyormuş. Yoksa bu bilgiyi nasıl paylaşabilirdim ki?

Dün sabah beni hüzünlendiren ve gözyaşlarımı denize karıştıran ışıklar nasıl içimi yıkadıysa, bu sabah aynı şeyi müzik yaptı. Çeşmenin başında kah yıkanıyor, kah kana kana su içiyorum. Geçmişin çeşmesindeyim fakat akan su taptaze. 

Babamı düşünerek yüzdüm dün sabah. Ona dedim ki içimden “eğer gittiğin yerde, var olduğun boyutta şu an kalbimin en derin yerinde seni hatırladığımı sezebiliyorsan ne mutlu. Gözlerim gözlerin, hissettiklerim hissettiklerin olsun.”
Bişi demedi, sustu sandım. Ama konuşması için bir beden lazımmış. Kaptan Cengiz’in anlattığı hikayeyle selamladı beni babam. 

                                         Surya/RA Namaskar

Sabah gözümü açtığımda saat altıydı. Terlemiştim. Rüyamda eski sevgilimi eşek sudan gelene kadar dövdüğümden epeyce bitkin uyandım. Bizimki de ne hikayeymiş arkadaş! Aradan geçen bunca yıldan sonra hala yenişememiş olmak ve gece gece insan dövmek nedir? Nasıl bir açık hesaptır ki ne zaman azıcık gevşesem, kusuyor zihnim hazmedemediklerini.

Ama biliyorum, ben düşündüklerim değilim. Ben yaşadıklarım da değilim. Ben, bütün bunların çok daha fazlası ve bütünün eşsiz parçasıyım. Biliyorum çünkü aynı sabah gün doğumunu izlerken Mısır’ın kutsal güneşiyle selamlaşıyorum. 

Her sabahkinden erken vardım sahile. Hemen soyundum, taktım kulaklığımı, açtım müziği. Deniz sakindi. Ne rüzgar vardı, ne insan. Sadece yüzerken çıkarttığım sesi duyuyordum. Ben ve deniz. Birden mutlu hissettim. Duygulandım. Karşı dağın eteklerindeki bembeyaz evlere baktım. Muhtemelen herkes uyuyordu. 

Babamı düşündüm. Bütün kalbimle şu an burada, bir zamanlar onun da çok severek yüzdüğü sularda, üstelik tıpkı onun gibi erkenden denizde olduğumu bilmesini diledim. Belki başka bir boyuttaydı, belki yeniden bedenlenmişti. Her nasıl yürüyorsa o işler tam da öyle olmasına razıydım. Onu özlediğimi, burada olduğumu ve mutlu hissettiğimi bilsin istedim. Belki bir kuş cıvıldar başının üzerinde gülümsetirdi onu, ya da rüzgar kitabının sayfalarını karıştırırdı? Artık hangisi uygunsa dedim içimden, beni bilsin, biri onu çok sevdi, hala da seviyor hissetsin yeter.

Sonra dağın arkasından aydınlanan gökyüzünü fark ettim. Güneş doğmak üzereydi. En son nerede ne zaman gündoğumu izlediğimi anımsayamadım. Tüm dikkatimi doğmakta olan güneşe, aydınlanan güne verdim. Sanki ilk kez gündoğumu gören biriydim. Gözlerimi hiç kırpmadan, başımı başka yöne çevirmeden beklemeye başladım.  Ilık Eylül denizinde belli belirsiz kımıldayarak bekledim. Bekledim. Tüm benliğimle babamı düşünerek ve güneşi izleyerek öylece keyfine vardım anın. Güneş gözlerimin içinden kalbime aktı sanki. Ciğerlerimdeki buzu çözdü, iki kaşımın ortasına yerleşti. Bir iki damla yaş süzüldü yanaklarımdan. Neden bilmiyorum, sanırım yaşamak iyi geldi. Özlem bile olsa, sahici bir duyguya öyle hasretim ki. 

Kaptan Cengiz

Sabahları yüzmeye geliyor kör kaptan. Bazen eşi, bazen komşusu tatlı bir hanım eşlik ediyor ona. Çok konuşuyor. Durmadan anlatıyor. Ona yakalanmamak için usul usul çıkartıyorum sandaletlerimi ve sessizce giriyorum suya. Çünkü günün en güzel saatini susarak yaşamak istiyorum. 
Babam, ben ve güneş kavuştuktan sonra gittim kaptanın masasına. Çok tatlı, ufacık bir anısını anlattı babamla ilgili. Buraya geldiğimden beri ilk kez babamdan bahsediyor biri. Kulak kesildim.

“Çok akıllı adamdı. Köylülere kök boya yapılacak bitkileri toplatır, yünleri boyatır ve kendi çizdiği halıları dokuturdu” dedi. “Özellikle Konya Ladik. O dönem çok satan halılardandı ve bana satmasını istedim. Çünkü onun halılarını beğenen ve almak isteyen bir tüccar vardı ve biz arkadaşız diye alış verişi benim yapmamı istemişti. Sordum kaça verirsin bana Konya Ladik dedim. Yüz lira dedi. Peki üç tane alsam? O zaman tanesi yüz elli dedi. Şaşırdım. Ama neden diye sordum. “Eğer bir tane isteseydin kendine aldığın ve arkadaşım olduğun için uygun fiyata verecektim ama belli ki sen birilerine aracısın. O halde ticaret olarak düşünmeliyim.”

Kaptan Cengiz’in babamla yaşadığı bu hikaye acaba neden o sabah gelmişti kulağıma? Yoksa babam beni duymuş ve dostla ticaret yaparken nazik ve dikkatli olmayı mı hatırlatmıştı? Kim bilir?

                                      Işık ve Suyla Dans

Bugün dünden kalan en ufak bir düşünce, ufacık bir his olmaksızın vaftiz havuzuna girer gibi usulca girdim suya.  Sevinçliydim, gün doğumu yakalamıştım. Yıllarca neredeyse bir kez bile güneşe bakmamış ben, nedense dün sabahtan sonra mutlaka gerçekleştirmem gereken bir ritüele rahip olarak atanmışım gibi heyecanlandım. 
Ra’nın gözü. Göz göze geleceğimiz an için mutlu bir yunus gibi sıçraya, yuvarlana yüzüyordum. Dönüp dönüp yükselen güneşe baktım, tek bir saniyesini bile kaçırmamak için dikkat kesilmiştim.

23 Eylül 2023

Bu sabah yüzmeye gitmedim. Belki yine bana iyi gelenden kaçıyorum…. İnsan ne saçma bir labirent!

28 Eylül 2023

Yıllardır yüzmediğim kadar yüzüp, konuşmadığım kadar konuştum kendimle. Ne bu kadar hoş sohbet bilirdim kendimi, ne de bu denli ağırbaşlı. Hoşlandım zihnimin konuşmaya can atan ve susmaya hevesli dengesinden.

Fistolu etekleri oluyor bazen denizin. Bazen de uzun, ipekli elbisesi. Her durumda yüzüm eteğinde. Öpe koklaya izliyorum güneşin yükselişini.
Gün doğumu bende son zamanlarda. Ben bekliyorum onu dağın önünde. Kollarımı açıyorum doğuya bakarak, ışıklarının tam alnıma ve kalbimin ortasına geldiğini hayal ediyorum. Öyle bir arzu ve düş gücü ki hissettiğim, sahiden inanıyorum; bir sabah kalbimdeki
buzlar eriyecek ve hiç susmamacasına şarkılar söylemeye başlayacağım. İşte o zaman suyun içinde gizli gizli dans eden bacaklarım ve kollarımla sokaklarda, caddelerde, hayatın tam ortasında hoplayıp zıplayacağım.

Çocukluğum var benim bu limanda. Şişeye konmuş, açık denize bırakılmış anılarım. Yaşadıklarım, hayal ettiklerim. Sevdiklerimin ayak izlerine basıyorum. Mendirekte gitar sesleri, Raşid’de içilmiş kırk sene hatırlı kahvelerimiz var. En sevdiğim sesler mİ? Onlar da burada; kalenin arka kapısında şakıyan bıldırcınlar. Ağaçlara saklanıp ortalığı şenlik alanına çeviren serçeler ve günbatımına çok yakışan kargalar. Bir de mandar sesi. 

Oraya dönmem gerekiyor. Taşları kırmak dökmek değil, duvarın arkasını görmek istiyorum. Kalbime usul usul üflenen rüzgarların, bedenime değen lodos dalgalarının biraz daha sürmesi gerekiyor. Kalbimin açılması için zamana ihtiyacım var. Zamanın en değerli yerinde durmalıyım, şimdide.


Devam Edeceğim....






Hiç yorum yok: