13 Ekim 2020 Salı

 


Genç kadın, "Söylenebilecek her şey söylendi, hem de en güzel biçimde" dedi. Muhtemelen haklıydı, pek çok değerli eser okumamış mıydım? İçten içe imrenmemiş miydim?  Hatta Winterson iyi yazıyor diye bayram kartı karalarken bile elim titrememiş miydi? Haklıydı, o genç kadın  çok haklıydı.

Aynı zamanda, haksızdı. Çünkü en iyi kitaplar yazılmış, en büyüleyici kelimeler ard arda dizilmiş olsa bile, ben henüz yazmamıştım! Yani yazmıştım yazmasına da, bu işi bi tuhaf yapmıştım. Okunmasa da olur, okunmazsa azalır mıyım diye kibirlenmiş, kendi yazdıklarımı bile tekrar okuyacak yürekliliği gösterememiştim. Hem görülmek istemiş, yardım çığlıkları atmıştım, hem de köşe bucak saklanmıştım. Dürüst değildim şu yazma işinde. 

Dürüstçe yaşayamazken neyi dürüstçe yazacaktım ki?

Ne kadar da anlaşılabilir bir hal... Kendim diyerek sürüklediğim kalıba ettiklerim tartışmaya açıkken, hiç bilmediğim bir okura mı samimiyet, şefkat gösterecektim? 

Boşversene!

Şimdi keyifle, cesaretle kalemimi yarama bereme, etime derime, kanıma, iltihabıma batıra batıra yazıyorum. O kadar iyi geliyor ki bu yeni yazma, bazen hiç geçmez sandığım yaralarım iyileşirse ne yaparım diye panikleyip, gülüyorum.

Ama korkmayayım değil mi? Hayatta hepimize yetecek kadar aşk, ıstırap ve yara bere var şükür! 

Diyeceğim şu ki, yazdıklarımın nesi eksik diye düşüne düşüne bulamadığıma, çok kıymetli bir dostun yazı atölyesinde* yakalandım!  Öyle bir formül sıkıştırdı ki avucuma, parmaklarımı gevşetirsem uçup gider diye sımsıkı tutuyorum.

O halde şimdi ekranın arkasından çekiliyor ve gerçek bir metin için kanlı savaşıma dönüyorum. Bana şans dile!


*Pelin Özer



Hiç yorum yok: