8 Ekim 2020 Perşembe

YAPRAK DÖKÜMÜ FIRTINASI

 





Bir kadın tanırdım eskiden, yaz gibi sıcacık,  kısacık saçları vardı. Her sabah ilk işi limonlu su içmek ve platin sarısı saçlarını bir avuç şekillendiriciyle Tanrı Şamaş'ın* ışınları gibi havaya dikmekti. Yüzünde yaramaz bir çocuğun masumiyeti dolanırdı. Kedileri, bitkileri  ve  ona insafsızca ihanet eden kocasını çok severdi.

En sevdiği mevsimin yaz olduğunu söylemiş miydim? Bu durumda tahmin edersiniz, en sevmediği de sonbahardı. Evi, iki yanı yemyeşil ağaçlarla süslü geniş bir caddenin kenarındaydı. Yaşadığı apartmanın en üst katında otururdu. Adeta bir gözetleme kulesini andıran balkonunda sabırla baharı ve yazı beklerdi. Tanıdığım en sakin kadındı. Onun için ilkbaharın gelişi yazın eşikte olduğunun müjdecisiydi. Ağaçların yapraklanması desen,  kalın kıyafetlerin sonu, bikini ve terliklerin özgürlük vaktiydi. Bütün yaz kelebekler gibi uçuşur, İnce beyaz gömlekleri, bol paça pantolonları ve çok sevdiği yeşil göz farıyla yaza çok yakışırdı. Ama yazın da kaçınılmaz bir sonu vardı...

Birgün, akşamüzeri saatlerinde balkonda oturmuş yavaş yavaş kararan gökyüzünü, rüzgarın önünde yuvarlanan simsiyah bulut öbeğini seyrediyorduk. Vakit akşam yemeği için erken, kahve için geçti.

Kollarını balkonun demirine yaslamış, çenesini de bu etten yastığın üzerine bırakmıştı.   "Elimden gelse dökülen yaprakları toplar,  sonra da tek tek yerine yapıştırırdım" diye mırıldandı.

İçim sızladı. Tek kelime çıkmadı ağzımdan. Tercih etmediği durumlar karşısında ne kadar inatçı, nasıl da inkarcıydı insan. Ne kocası tarafından  aldatıldığını hazmedebilmişti, ne de bunca yaşına rağmen mevsimlerin kaçınılmaz döngüsüne dair bir kabulü vardı.  Yaradılışımız böyleydi. Kavramak, kucaklamak, onarmak, tam da istediğimiz şekilde yoğurmak istiyorduk hayatı. Bazı şeylerin tamiri, telafisi olmasa bile şansımızı zorluyorduk. Metaforlar yaratıp, çaresizliğimize methiyeler düzüyorduk. Değişim ödümüzü kopartıyordu.

Tüm çabasına rağmen kocası gitmişti ve şüphesiz mevsim de dönecekti. Döngülerin en güzel yanı bizi defalarca başladığımız noktaya getirmesi değil midir? Keşke bunu görebilsek. Eğer bir an  görebilirsek  kesinlikle her defasında yeni bir şansımız olur.

Onunla başka bir sonbaharım olmadı. Farklı hayatlarımız, birbirine benzemeyen inkar ve kabullerimiz vardı. İlişkimizin tutkalı bakkaldan alınmış ucuz bir seloteypti. Komşuluk. Ben o mahalleden taşınınca arkadaşlığımız kendiliğinden sonlandı. Yine de, ne zaman rüzgarın önünde uçuşan kuru yapraklar görsem, balkon demirine yaslandığı an gelir gözlerimin önüne. Asla mümkün olmayacak bir şeyi nasıl da derinden dilediğini hatırlarım. Mırıltısı kulaklarımda dolanır ve o mırıltıya kendi iç sesimi de ekler benzerliğimizin fırtına takvimiyle uyumuna gülümserim.

Yarın yaprak dökümü fırtınası başlıyor. Ne onun ne de bir başkasının asla yerine yapıştıramayacağı milyonlarca yaprak bir kez daha ağaçlardan düşüp toprağa dokunacak. Eyvah öldü dediğimizde ufalanıp, yağmur sularıyla zemine karışacak. Biz daha ıstırabımızı, kederimizi dile getiremeden kar suyuyla güçlenip, binlerce ağacın gövdesinde yürüyecekler. Defalarca ve defalarca dönecek zaman. Bitti dediğimiz her şey yeniden başlayacak, başladı diye sevindiren de   er geç sonlanacak.

Kibir, öfke, kabullenememe ve daha nicesiyle yoğrulduğumuz hayat, biz hiç farkına varmadan onlarca, yüzlerce kez biçimlendirecek bizi. Beni,  seni, yaz kokan kadını. Hiç bir mevsimde bir öncekine benzemeyeceğiz, ama varlık daima devam edecek sonsuzluk dansına.


* Güneş Tanrının Akadca ismi.

NOT. 8-9 Ekim Yaprak Dökümü Fırtınası



Hiç yorum yok: