15 Haziran 2014 Pazar

HUZURSUZ



Dün bütün gün Eylül'de basılacak Erika Bartos kitabının düzeltmeleriyle uğraştım. O kadar yoruldum ki, kafam ısınmaya başladı! Tam gün okuyup, yazmak gençlikteymiş azizim. Şimdilerde insana daral getiriyor!
Neyse, o iş bitti azıcık hava aldım ve geceyi evde sakin sakin film izleyip, sonra da birşeyler okuyup - yine duramadım!- bitirdim.

Sabah uyanınca rutinimin gereğini  kahvemi aldım ve balkona çıktım. Prusya Kralı'nın koltuğuna oturdum. Pek rahattı, bundan benim eve de alayım dedim içimden. O sırada daha kahvemden bir yudum bile almamıştım ki kuş cıvıltılarını ve ağacın sesini farkettim. O ne güzel bir düetti sabah sabah!

Gözlerini kapattım, ağacın hışırtısını dinledim. Tıpkı Tavşantepe'deki gibi konuşan bir ağaçtı bu. İçimden kardeşim ne şanslı, balkonunun tam karşısında dilbaz bir ağacı var dedim. Demez olaydım. Gözlerim ve kulaklarım kuş seslerine odaklanınca bir tuhaflık sezdim. Kuşların sesini duyuyordum ama bu yoğun ses ne ağaçtan  geliyordu, ne de görünürdeki başka bir yerden. İyi de ağaca saklanmamışlarsa nereye tünemişlerdi ki?

Sonunda telaşla uçan serçelerin rotasına dikkat edince anladım ki ses, karşı apartmandaki dairelerden birinin klimasından geliyordu. İçinde kaç serçe vardı acaba? Birkaç serçe durmadan klimanın etrafından, yanından telaşla uçup geçiyorlardı! Bu ne şimdi? Sabahın bu saatinde gidip insanların kapılarına dayanamam ki! Ama artık burada oturup cıvıltıyı ve ağacı da dinleyemem... Bir başka canlının feryadı bana nasıl müzik olabilir?

Ey huzur, sen bana haram mısın?

Hiç yorum yok: