Dün de en az bugün kadar güzeldi. Güneş vardı. Hayattaydım. İki elim, iki gözüm, iki kulağım ve istediğim her yere yürüyebilmek için iki de bacağım vardı. Bütün gün hafif ve huzurluydum. Bundan mıdır bilmem, herkes ve herşey bana bakıp, gülüyor gibi geldi. Dostlar, küçük hediyeler, lezzetli yemekler ve sohbetler.. Dudağımın kenarı soluk bir tebessümle kıvrılırken, gönülden geçen dilekler...
Toplantı ve yemek sonrası Barones ve Lady Agi gittiler... Prusya Kralı müsait değildi. Kendisini ziyaret edemedim. Bu hal başka bir kapı açtı! Nicedir tadilatta olan ve önünde kediler gibi dolanıp durduğum bir kapıyı..
Müze kartımı görevliye uzatıp içeri girdim. Gişede oturan bu kadın ve adam bütün gün kiminle karşı karşıya olduklarını biliyorlar mıydı? Hüsn ü Aşk onlara birşey ifade eder miydi? İkisinin de yüzü ifadesiz ve bıkkındı. Düşündüm, güzelliğe kör müydük her zaman? Sağır mıyız biz?
Ya da neden tanımlamıştım ki şimdi onları? Belki Hüsn ü Aşk'ı bilmiyorlardı da bambaşka bir yerinden yakalamışlardı hayatı? Ne sandım yine kendimi!
Yargılarımı, gündelik telaşımı çabucak soyundum. Türbenin penceresine yaklaştım. "Aşk" dedim. Dün iki defa "aşk" dedim. Belki ilk kez bütün içtenliğimle diyebildim. Aslında dilemedim, gönlümden geçirdim.
"Ah" dedim "bir de güzel ashramımız olsa..." Salonları dolaştım. Çoğunu tanıdığım malzemelere baktım. Onları kullananları, bedenimle bilmediğim ama ruhumun herbirine tanıdık olduğu zamanları hatırlamaya çalıştım. Keşkül... buhurdanlık... zikir tesbihi... sikkeler...Ney sesi... "Burası İstanbul. Şehrin kalbinde ve en derin noktasındayım" dedim kendime. Bahçedeki taşlara, güneşe sırtını vermiş ısınan kediler baktım.Onlar beni görmediler.. Gördüyseler de pek umursamadılar. Ben de onları taklit ettim; kendimi umursamadım!
Hayatta en çok istediğim şeyin ne olduğunu da buldum! Bir söğüt ağacı. Gölgesinde terlemeden, üşümeden uzanabileceğim. Beni başka gözlerden sakınacak. Yapraklarıyla rüzgarı duyuracak. Kafamdaki tüm çer çöpü silip atacak bir söğüt ağacı istedim. Suya yakın, bana yakın bir ağaç... Altında huzurla uyuyacağım bir ağaç.
Basit bir dilekti belki ama ben bunu gerçekten istedim.
Mevlevihaneden çıkışta kulenin önünden geçerek tabii ki Süper Prenses'i özledim. Mabel'deki likörlü çikolatalardan uzak durmaya çalışarak vapura bindim. Sarayı rahatça seyredebilmek için yan taraf oturdum. Ben tam oturdum, Tanrı seyircisini hissetmiş gibi bulutların arkasından spotları yaktı! Işık hüzmeleri denizin üzerine inerken, içimden sanki pek bilirmişim gibi dans etmek geldi! Bu manzara karşısında dans etmeliydi insan. Saray, denizin rengi, takalar, ışık... Yaklaşan gri bulutlar. İçimdeki umut. Hepsi dans etmek için bir sebepti.
Bunu düşünebilmiştim ya, kalkıp dans etmem an meselesiydi!
4 yorum:
dans dedin de sana yeni bir film önereyim silver lining playbook
HÛ <3
Benim de gidesim geldi... :)
Ne güzel akmış içinden dışarı "aşk"...
Yorum Gönder