Çillerimi çalanlar oldu geçmişte. Kalbimi kıranlar.. Kulemin bahçesinde dolanıp dolanıp, "saçlarını uzat" diyemeyenler dilsizler oldu hayatımda. Şimdi bakıyorum da, hepsi kendi dönemi için anlamlı, gelecek için anlamsız birer anı olarak kaldılar.
Ben hiç değişmedim. Azalan çillerim, kırılan kalbim ve seyrelen saçlarımla hala aynı şeyi arıyorum; huzurla sırtımı dayayabileceğim yumuşacık bir tepeyi!
Yıllarca aradıktan sonra en son nerede dinlendiğimi hatırlıyorum da sırtımdaki yanık izlerinin, yüzümdeki alevin beni bırakmış olmasına şükrediyorum.Yanık izi geçmez sanırdım, geçiyormuş...
Siz hiç bir yanardağa aşık oldunuz mu? Ne zaman patlayacağını bilmediğiniz bir dağın eteğinde huzursuz uykular nasıl olur bilir misiniz? Hiç ama hiç "oh!" diyemeden, aylarca kıvranmanın neye benzediğine dair bir fikir? Yok değil mi?
Ne yazık ki benim var. Zamanında, ışığa koşan pervaneler gibi bir yanardağa koşmuştum. Eteğinde uyumuş, kabuslarımı hayra yormuştum. Küllerin karasını görmezden gelip, bir lav denizinden son anda kurtulmuştum.
Oysa bütün istediğim yumuşacık bir tepeydi. Ben o dağa nasıl olup da vurulmuştum?
Şimdilerde uzun bir umutsuzluğun sonunda yeniden bir dağın eteklerindeyim. Burada hava sıcak, çimenler yemyeşil. Güneş ılık ılık ısıtırken, çillerimden birkaç tanesi bana geri döndü! Saçlarım güçlenmeye başladı. Kalbimin kırıklığına gelince... Çıkıktı zaten, kırık olsa yaşayamazdım:)))
Huzurlu bir tepenin eteklerinden sevgiler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder