İnsan ne güçlü bir canlı mirim, ne çok canı var! Çocukken yakan top diye bir oyun oynardık, topu kucaklamayı başaran oyuncu vurulsa bile oyuna devam etme hakkı olurdu. İşte insan tam yakan toptaki gibi yaşıyor şu dünyada; çok canı var, hatta ekstra canları bile var ve nasıl bir döngüdür ki öl öl bitmiyor! Ortada durmadan kucaklanan bir alev topu tüm deneyimlerimiz.
Ve tabii doğ doğ, o da bitmiyor.
Birkaç aydır travmaya duyarlı yoga teknikleri üzerine yoğun okumalar yapıyor, değerli bir psikologla toplantılar düzenleyip, arkadaşlarım üzerine pratikler uygulayarak tam da bu ölüp ölüp dirilmeleri anlamaya çalışıyoruz.
Öyle güzel bir iş ki benim ki, yani eşelenmek, çünkü insanı yerden yere vurup canına okuyabildiği gibi, bir kuş kadar hür ve hafif de kılabiliyor. Birgün ucu bucağı olmayan çöllerde sürünürken, ertesi hafta engin denizlere yelken açabiliyorsun. Bütün bu anlattıklarım yoga/eşelenmesi.
İnsanın, içini kurcalaması rutin ev temizliği gibi olmalı aslında; eskimiş ve nicedir kullanmadığımız eşyalardan vazgeçer gibi vazgeçilmeli arkada kalmış duygu ve düşüncelerden. Bir Zen düşünürü "duygu ve düşünceler evinize gelen misafirler gibidir. Hatta bazen davetsiz gelir ve düşündüğümüzden uzun kalırlar. Çay ikram etmeyin!"der.
Ne güzel değil mi? Meditasyon kafası da budur zaten. Kapıları kapatmak, gelen duygu ve düşünceyle savaşmak değildir önerilen, aksine geleni görmek, görünme ihtiyacını bilmek ama tepene çıkmasına, hayatında olur olmaz güç kullanmasına yani kamp kurmasına zemin hazırlamamaktır.
Bu denli basit, uygulanabilir bir öneri, neden böylesine zorlar ki bizi?
İnsan nefis bir bilinemez.
Bugün derse başlarken öğrencim öyle güzel bir farkındalığını paylaştı ki, içim şenlendi. Zaten kendine sağır biri değildi ama bedeni aracılığıyla o kadar güzel bir noktaya değmişti ki bakışları, of! En değerli kelimelerini kilitleyen, anahtarı da suya atan bir cinden bahsetti bana. Cini bulmuş, gözlerinin içine bakmış ve anahtarları geri almıştı. Şimdi sıra dalıp kutuyu çıkartmaya gelmişti. Ama yapacak, belli.
Çok sevindim. Vay arkadaş dedim içimden, amma cin, ne çok hayalet varmış kuytu köşede! Canavarlar, hendeklerde gezen timsahlar, kurt adamlarla doluymuş geçmişlerimiz.. Nasıl yaşamışız biz onca yıl bu kadar büyük bir enerji israfıyla! Ne kadar büyütmüşüz basit ilişkileri gözümüzde, ne çok duygu atfetmiş, ne çok mücevher takıp takıştırmışız gömmeye kıyamadığımız ölülerimize! Onlara da yük olmuşuz, kendimize de.
Oh diyorum oh be, nihayet yaşamadan ölmeyeceğiz şu güzel dünyada! Ne mutlu ki uyanıyoruz, ne şanslıyız ki bu uyanışta mis gibi kahveler içtiğimiz ruhlarla beraberiz. Artık ölümden korkmuyoruz. Defalarca öleceğiz, öleceğiz tabii, yoksa nasıl doğacağız ki?
Çok şükür, yüz şükür ve de amin diyorum.
NOt: Bugün kedikonduların üç tanesini tamamladım. Neden bunu yazıyorum, çünkü hala akıllanmadığım konular var. İdrak bir geceden ertesi sabaha ve tüm olaylar için aynı anda olamıyor... Kedilerin insan eli değer müdahaleleri tercih etmediklerini biliyorum. Ama yine de sırf kendi vicdanımı rahatlatmak için barınaklar inşa ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder