Efsanelere ve masallara olan düşkünlüğüm malumunuz. Ya dinlerim, ya okurum, olmadı uydururum:)) Kendimi bildim bileli kültürler arasındaki geçişleri, özellikle de karşılaştırmalı din tarihi hakkında yazılan yazıları bayıla bayıla okumuşumdur. Objeleri okumak desen işim bu! Matematik mi? Sadece geometri derim. Gerisiyle ne ilgilendim, ne de kafam bastı. Hayatın içindeki matematiği fark ettiğimdeyse, yaşım bu işler için ilerlemişti. Takdir edersiniz ki bir noktadan sonra kesirlere dönemezdim.
Sembolizm, sanatın her türünde beni kendine çekmiştir. Sadece edebiyatta değil, resimde ve heykelde de kovaladığım şey hep saklı olan, gizli kalan olmuştur. Bu heyecan veren arayış, zamanla yerini yolda olmanın hazzına bıraktı. Ama gel gör ki, iş olarak seçtiğim her ne varsa içinde hep, her daim efsaneler, mitolojik öyküler, kısacası ezoterik mesajlar barındırdı. Bir kaçtım, iki akılla yorumlamaya gayret ettim. Üç durdum.
Şimdilerde içinden geçmekte olduğumuz günlere baktığımda binlerce yıldır, yüzlerce kez tekrarlanmış bir oyunu izlemenin hayretindeyim. Şaşkınım, çünkü ben ilk kez seyrediyorum. Aynı zamanda endişeliyim, çünkü çığ gibi üzerimize gelen ve hız kesmeye niyeti olmayan tüm bu senaryoları hala anlamak istemeyenler var... Hala akılla, fikir yürüterek, gelecek - sahi nerden biliyorlar geleceğin geleceğini?- iyi günlere odaklanarak buradan geçeceğimize inananlar var... Dilerim haklı çıksınlar. Ama tarih öyle söylemiyor.
Artık hesap kitap yapmayı bırakmak gerekiyor; karmaşık olandan basite, sığ olandan derine, bilinenden, bilinmeze doğru yolculuk. Şimdi kendine, içine yol alma vakti. Tüm olay örgüsü tekamüle hız vermek, insanı deneyimden deneyime sürüklemek adına kurgulanmış. Hepimiz bulunduğumuz mertebenin izin verdiği kadarını görüyoruz. Ama şüphesiz her birimiz dönemin olağanüstülüğünün farkındayız.
Sezgiler...
Kendi adıma çok iyi kotardığım ve hiç beceremediğim tüm hallerimle hemhal oluyorum şimdilerde. Bir yanım mutlu mesut, kendine gülcükler saçıyor, diğer yanım hala endişeli; bütün gücünü, tam kapasite kullanmayan insan tarafına homurtulu.
Ne yapıyor o insan yanım? Sabahtan öğlene uzanan tatlı rutininde sabahlığını giyiyor, balkonda beslediği ana oğulu doyurup, sonra kahvesini demliyor ve Theo'nun yemeği ile ilgileniyor. Yazmak, çizmek, rutin ev toparlaması ve meditasyon hep bu aralıkta. Eve bakmak, kendine bakmak, internetten alınacakları almak, satılacakları satmak da hep bu arada.
Çünkü sadeleşiyorum. Kalbimdeki, sırtımdaki, elimdeki fazlalıkları yavaş yavaş, ne kendimi, ne de diğerlerini zorlamadan bırakıyorum. Nehre yaprak bırakmak gibi usulca, nezaketle olsun istiyorum gidişim. Hırçınlıklarımdan uzak, özümdeki dansçı kıza yakın, boşluktaki iplere düğüm atarak** olsun.
Çok şükür öyle de oluyor. Eşyalarımın bir kısmını satıyorum. Hiç çalmayacağım taş plakları, artık duvarımda olmasa da olur tabloları, hatta bir daha giymeyeceğim kim bilir ne sebeple aldığım ayakkabılarımı, elbiselerimi bile...
Yeni hayatımda, doğduğum ilk gün sahip olduğum cennete yakın güzellikler hayal ediyor, ben bundan böyle tek gerçeğe yatırım yapıyorum. Basit ama güzel kumaşlı bir şalvar, dik yakalı kazak. konforlu plastik çizmeler!
Tek katlı evim, sevdiklerim yamacımda. Bir elim toprakta diğeri kitapta defterde. O hep ertelediğim hikayeleri nihayet yazıyorum. Güneşle uyandığım, ay yükselince yatağıma döndüğüm, mis gibi kuzinemin sıcaklığında en sevdiğim yorganıma gömüldüğüm parlak geceler bunlar.
Evet biliyorum, bireysel olarak tüm bunlara doğru yürüyor olsam da, bu bana umut, direnme gücü verse de benim tek başıma iyi olmam yetmeyecek. Yaralarını saran bir gezegen burası. Elbette ruhu, bedeni, zihni incinmiş insanlar, hayvanlar olacak etrafımda... Kalbi kör olanlar iyi niyetimi görmeyecek, bazılarını ne pişirsem doyuramayacağım, biliyorum. Fakat ben tam da orada ben olacağım cüzzi ve külli olana eğileceğim. Diyeceğim şu ki; benim tekkem belli, yolum belli. Neye taptığım ayan meyan ortada. Sen neye eğiliyorsun onu düşün.
*özgür üniversite derslerinden birinin adıydı
**J.W. Fortunata karakteri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder