Bu yıl için önemli konuk Türkiye idi. Ve ne yazık ki bizi temsil eden yayınevleri ve insanlar için güzel sözler söyleyemeyeceğim... Gerçi Kamuran Solmaz'ın kitabı Macar'ı severek okumuştum ama bir tek kitap güzel şeyler yazmam için yeterli değil... Yazıya olumsuz yorumlarla başlamak istemezdim ama yapacak birşey yok.
Biz kendimizi eleştirmezsek, sonunda başkalarının onur kırıcı eleştirileri ile yüzleşmek zorunda kalacağız. Belki fazla abartmamak lazım, aslında ben bir Türk olarak en çok "yine" ve "fazlasıyla" Osmanlı sanatının pompalanmasından rahatsız oldum.
Binlerce yıllık tarihi birkaç yüz yıla hapsetmek Bizanslı, Selçuklu, Hititli, Romalı ve daha pek çok Anadolulu insanın izini sürmemek bana sevimsiz geliyor. Elbette nakkaşlar, hattatlar, ebru ve kaftanlar, sedef kakmalı rahleler için olumlu hislerim var. Yine de bütün bu çalışmaları taraflı, planlı ve itici buluyorum. Dediğim gibi bu benim şahsi görüşüm. Kafasında sikke, üzerinde tennure olan bir adamın nakkaşhanede görüntülenmesi zaten hakkında fikir sahibi olmadıkları bir kültürü tanımak için epeyce kafa karıştırıcı! Padişah kaftanı gibi kaftan giymiş sakallı amcanın da bu genç adamın tam arkasında oluşuna ne demeli?
Bunun dışında kitap fuarını sevdim. Çocuklar için yapılan aktiviteler, alanın bizim Tepebaşı'na benzeyen sempatik ve küçük hali gayet samimi ve sadeydi.
Konuştuğumuz yayınevlerinden aldığımız güzel tepkiler ve Agi ile gördüğümüz çalışmalar bizi gerçekten memnun etti. Özelikle yayınevlerinden bir tanesinin sahibi daha önce İstanbul'da yaşamış biri çıkınca, gayet güzel diyaloglar kuruldu. Tabii genellikle Agi konuştu ve ben gülümsedim:))
Konuşmaların ve imza saatlerinin hiçbirine katılmadık ama programın yoğunluğundan etkilendik.
İnsanların birbirlerini itip kakmadan kitaplara bakabilmesine de bayıldık. Yağmurlu ve zor bir gün olmasına rağmen, açıkcası orada bulunmaktan memnunduk.
Dönerken yanımızda birkaç tane güzel hikaye getirdik. Bence çevirme şansımız olursa gerçekten seveceksiniz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder