Pazar gününün yazısı bedensel, zihinsel ve ruhsal bozukluklarımız üzerine olsun istedim. Özellikle de son yıllarda bol bol karşılaştığım bir bozukluk olan "sevme bozukluğu" üzerine içimi dökmek istedim...
Öncelikle itiraf etmeliyim, kendi içinde pek çok alt guruba ayrılan sevme bozukluğu bende de var. Az ya da çok toplumun %99'u aynı dertten çekiyor. Amma benim dahil olduğum alt gurup sanırım karşı tarafta en az hasar bırakanlardan biri ya da ben buradan bakınca kendimi böyle avutuyorum. Arızam iyileştirmeye gayret ettiğim genetik mirasım!
Aslında örnekler üzerinden gitmekte fayda var... Yılı, şahsı değil sadece olayı anlatacağım bakalım buralarda kendinizi ya da sevdiklerinizi görebilecek misiniz?
İnternet üzerinden tanıştığım biri. Bloguma yorumlar bırakan, ama her yorumu buram buram "ben biliyorum!" kokan biri. Kendine dosttan ziyade onu sevecek müridler arayan bir sevgi arzısı... Hayat yalnızı belki.. Tanıştık.
Bolca vermeye başladı. Önce hediyeler, sonra sevgi dolu vaatler. Hatta işinin bir bölümünü bile teklif edecek kadar cömert davrandı. Karşılığında ne mi istedi? Hiiiççç. Belki sadece minnettar olmamı ve onu sevmemi istemiş olabilir. Övmemi istemiş olabilir?
Aslında sevdim, minnet de hissettim cömertliği, açık kalpliliği karşısında ama fark ettim ki, o ne isterse yalnızca onu veriyor. Ben bir şey istediğimde yok! Hem de türlü bahanelerle..
Sonra gün geldi, çok değerli bir dostum ameliyattayken- ki bu kanser ameliyatı idi- bizim gibi sevme bozukluğu olan bir diğer arkadaş benim açık yüreklilikle söylediğim bir sözü bu pek cömert insana iletiverdi! O gün onu reddetmiştim! Eyvah! Görmek istememiştim. Yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Üç kişi değil, belki en fazla iki kişi susmak istemiştim. Ve susabileni tercih ettim. Kendimi onun sevecenliğinden, teselli edici bilmiş sözlerinden uzak tutmak istedim. Ne hakla! Ne mi yaptı? Önce sözde çok sevdiği bana iğneleyici sözlerle dolu bir mail yazdı. O sırada ne hissettiğim, ne düşündüğüm önemli değildi. Sonra da benden vazgeçti. Zira onu tercih ettiği şekilde sevmemiş, moralim bozukken desteğini almamıştım. Egosu incindi!
Üzgünüm, özgür irademi kullanmıştım.
Başka bir örnek. İstediği her güzelliğe uzun ve zor bir dönemin sonunda kavuşmuş, sevdiği insanla evlenip, güzel çocuklara sahip olmuş. Fedakar, paylaşmayı bilen biri. Sevgisini ve sahip olduklarını sunan, sevdiklerini kollayan biri. Peki nereye kadar? Sizin yaşadığınız hayat ve başarılarınız- neyse artık o başarı, bence bişey değil- gözüne batana kadar. Tam yakın bir dostunuz olacakken, kendi yarattığı bir karmaşadan özür dileyerek çıkamayıp birden kilometrelerce uzağınıza düşen biri. Aklı sıra sizi sevdiklerinizden mahrum ederek cezalandıran biri... Ceza işe yaradı mı? Evet, inatçılık, ceza ve sevginin aynı yürekte barınamayacağını da bu insandan öğrendim. Hala görüşüyorum, onda sevdiğim şeyler ve sevdiklerim var. Ama kalbimin her odası artık açık değil...
Ve tabii öğrencisini sevemeyen, egosunu dizginleyemeyen öğretmenim. Ah, en çok ona yakışmıyor bu sevgi bozukluğu. Ne verdiği derslere, ne sohbetlerine hiç ama hiç yakışmıyor. Aslında gerçekten seviyor kendince ama bu sevgi siz öğrenci olduğunuz sürece var. Hiç hata yapmayacaksınız, hep saygı ve sevgi dolu olacaksınız. Sizin kafanız hiç karışmayacak..
Her daim onun gölgesinde durun, zira gerçek anlamda "olmaya" karar verdiğinizi hissederse o çok sevdiği sizi acımadan ezecektir. İnsan sevdiğini ezer mi? İter mi? Bence ezmez..İtmez.
Peki insan sevdiğini döver mi? Bilmem! Eşini dövüp tartaklayan tanıyorum. Daha doğrusu bir zamanlar tanıdığım biriydi artık tanımadığım birine dönüştüğünü görünce, şimdilerde görüşmüyorum.
Hikayesi şu: Her zaman ona gösterilen hedefte kim varsa onu sevmiş. Hayatındaki kadınların kuklası olmuş. Belki onlarca çalışanı yönetmiş ama kalbini yönetememiş biri. Ailesi tarafından yeterince sevilmemiş. Zaten hiç ailesi olmamış... Çocukluğu korku, şiddet ve yalnızlıkla geçmiş. Büyüdüğünde de sevdiğine, sevdiğini zannettiğine ne yazık ki bundan fazlasını sunamamış... Korkularını kasalara kilitlemiş, kalbini cemiyet hayatının süslü sözleriyle sağır etmiş biri. Sevmeden ve sevilmeden yaşamaya mahkum bir başka sevme bozukluğu örneği...
Bugün canım üç örnekten öteye gitmek ve yüreğimi karartmak istemiyor. Sadece çocuklarla çalışan biri olarak bu hastalığımızla nasıl mücadele edebiliriz ve gelecekte daha az hasta insan olmasını nasıl sağlarız diye yüksek sesle düşünüyorum...
Çocuğuna her şeyi veren ama onun yine de mutsuz olduğundan, yeterince(?) başarılı olmadığından yakınan anne ve babalar. Ne verdiniz? Bol kucaklama, iyi bir okul, bale ve piano kursu mu? Hala mı şımarık çocuğunuz? Hala mı yaşının altında davranışlar göstermekte ısrar ediyor? Olmadık yerlerde inatçılık yapıyor, beklemediğiniz anda yatağına mı işiyor? O zaman lütfen önce kendi çocukluğunuza dönüp, kendi sevme ve sevilme bozukluklarınız üzerine bir yolculuk yapın. "Önce kendinizi şifalandırın" Hayatta varlık gösterenin sadece bedeniniz olmadığına ayın. Onu beslemek ve sıkı tutmak ne kadar önemliyse, ruhunuzu ve zihninizi de bu sağlıklı noktaya çekmeniz o kadar önemli.
Çocuğunuz durmadan ne yemesi gerektiğini, ne yapması gerektiğini söylemekten vazgeçin. Bırakın başarısızlığı da tatsın. Her gün başarılı olmak zorunda değil. Siz öyle miydiniz? Yani her gün başarılı? Hiç sanmam! Başarısız olduğu günlerde de onu sevin. Sizin sevginiz hep var olmalı, o kazanılması gereken bir şey değil. Sevgi ödül değil!
Onu kendi yolunu bulabileceği aktivitelere yönlendirin, sizin uygun bulduklarınıza değil. Sizin içinizde kalanlara değil.. Öğretmenlerin sağduyusuna biraz kulak verin. Sizin bir, onların yüzlerce çocuğu olduğunu unutmayın. Öğretmen inatlaşacağınız biri değil, iş birliği yapacağınız biridir.
Hastalıktan, parasızlıktan, işsizlikten kırılan bu toplumun mutsuzluğunu, bereketsizliğini anlamak istiyorsanız sevgi eksikliğine dikkat edin. Ve tabii sevgiyi nasıl alıp verdiğinize de dikkat edin. Sizi sevdiğini söylerken, sevgisiyle boğandan, seviyorum derken mesafeli durandan eşit oranda işkillenmenizi tavsiye ederim:)
İyi Pazarlar:)
1 yorum:
Herkes başkası aracılığı ile egosunu seviyor(dikkat edersen kendisini seviyor demedim. Çünkü içlerinde gerçek bir ben yok). Baba gelince bukowskinin dediği gibi insanlardan nefret etmiyorum ama görüşmeye de pek hevesli değilim.
Yorum Gönder