Külkedisi için yazılmış ama hala bitmemiş bir masalın girişidir. Kendisine "mutlu yıllar" diliyorum....
I.
Artık kraliçelerin yaşamadığı ama onlardan kalan tüm kıyafetlerin ikinci el mağazalarında evden eve dolaştığı bir zamandaymış Rapunzel. Daha doğrusu aniden böyle bir sabaha uyanmış. Kendini, uzun zamandır içinde yaşadığı ormanın değil, hiç bilmediği bir caddenin kenarında bulunca uzun uzun düşünmeye başlamış; neden burada olduğunu ya da neden artık ormanda olamadığını?Öylece yürümüş, tanıdık tanımadık ruhların arasında günlerce dolaşmış. Acıkmamış, susamamış, uyuyamamış, sevinememiş ve hatta üzülememiş.
Bir sabah kalan bütün hislerini, çiçeklerini pek beğendiği bir kiraz ağacının dalına asmış. Sakin sakin dolanmaya devam etmiş sokaklarda. Dükkanlara girmiş, evlerin pencerelerinden içeri bakmış, çocukları izlemiş. Ne oyunlar eski oyunlarmış ne de çocuklar eski çocuklar.İlk şaşkınlığını aynalarla dekore edilmiş bir kitapçı vitrini önünden geçerken yaşamış; saçları kısaymış! O yerlere kadar uzanan, masallara ilham veren saçları en fazla omuzlarına değiyormuş! Ödü patlamış birden, nasıl misafir kabul edecekmiş kuleye? Nasıl? Zaten kule neredeymiş? Nereden başlayacağını bilememiş üzülmeye. O da ertelemiş üzülmeyi; usulca katlamış endişelerini ve elbisesinin delik cebine koymuş.
Derin bir nefes aldıktan sonra kitapçının kapısından içeri süzülmüş, raflardaki ciltlere bakarken ona ait günlüklerinden derlenen bir hikaye kitabı bulmuş. Fakat kitabın kapağındaki kadın kendisi değilmiş, hatta benzemiyormuş bile! Rapunzel, kitabı alarak çıkmış dükkandan. Satıcı avaz avaz bağırdıysa da ardından durmamış, çünkü duymamış. Soylu kulakları için çok akortsuzmuş adamın sesi.Kulesini ve prensini -tabii varsa - nerede, nasıl kaybettiğini bilemediği bir zamanda, aklında onlarca soruyla deniz kıyısına kadar yürümüş. Bulduğu ilk banka oturmuş.Yağmur yağmış, güneş açmış, yapraklar bir yeşil olmuş bir turuncu. Ardından bembeyaz kaplanmış tüm sokaklar. Tam üç yıl seyretmiş Rapunzel hayatın akışını oturduğu banktan. Ama üç yıl onun iç zamanıyla olsa olsa üç saat sürmüşmüş...Tekrar kitapçı dükkanına gitmiş, ne tesadüf ki vitrinde yine aynalar varmış o yıl ve Rapunzel bu kez sadece kısa değil aynı zamanda beyazlamış olduğunu görmüş saçlarının!
İşte o dakika anlamış; zaman biz onda iz bırakmasak bile bizde mutlaka iz bırakan hoyrat bir güçmüş. Silkmiş omuzlarını, kızmamış zamana.
II.
Kaybettiği yıllara aynanın içinden geçerek geri dönebilmek ümidiyle bir hamle yapar umutsuz prenses ama buz gibidir ayna, almaz onu içine. Kaçmak ister, sadece kaçmak. Bulunduğu zamandan, gezegenden ve hatta bedeninden kaçmak. Başka bir canlı olarak ve hatta başka bir alemde yeniden doğmak ister. Çözemez aynaların dilini, kaldırımlardaki zamansızlığı, elbiselerinin masal kitaplarında kalışını.Kendi varlığına sahip çıkamayışına üzülür Rapunzel. Herşeyi silemeyeceği için yeryüzünden silinmiş olmayı diler tüm kalbiyle. Nasıl olsa kuleyi kaybetmiştir. Bütün ağaçlar da kesildiğine göre - çünkü caddede tek bir ağaç yoktur -gidecek bir orman yoktur anlaşılan. Arada kalmıştır işte; masal da değildir, gerçekte.
Masal olamayacak kadar gerçek ve gerçek olamayacak kadar masaldır kayıp prenses!
III.
Rapunzel için yaşam, kışın göz kırpan güneş kadar umut vaad eder; yani neredeyse hiç. Hala kayıptır! Sanki tüm anıları kar tanelerine binmiş ve uzak ülkeler gitmiştir.. Renkleri kaybetmiş bir kör gibiydir kalbi, duygularını kaybettiğini anlar... Üzülür ama ağlamaz.
Her kar tanesini avucunda saklamak ister. Artık anıların gün ışığında bile içini ısıtmadığını düşünür. Korkar. Kalbini kaplayan buz hiç çatlamayacak ve asla masalına dönemeyecek olma ihtimalinden korkar. Ağlar, ağladıkça yaşlar avucundaki karları daha da hızlı eritir!
Limana iner Rapunzel ve mermer aslanının üzerinde, şövalyelerle savaştığı zamanları anımsar. Limanın daha doldurulmadığı, saçlarının upuzun olduğu zamanları düşünür. O yıllarda nedir onu elinde tahta kılıcı ile güçlü kılan? Sakın kalbini sevgiyle dolduran hayatı olmasın? Verilen hediyelerin geri alınabilmesini, hayatı boyunca hiç anlayamaz. Uzun uzun kolundaki bileziğe bakar, sadece o kalmıştır!
Tekneleri seyreder. Balığa çıkanların boş kalan yerlerini, mavi yolculuğa çıkanların rıhtımda bıraktıkları halatlarını ve mor yolculuktan dönmeyenlerin limanda unuttukları ayakkabılarını. Aralarından biri özel yapımdır. Eline aldığı ayakkabının içindeki ayağı anımsar Rapunzel; beyaz, bembeyaz..
IV.
Nasıl olduğunu anlamadan saat 12.00 yi vurur ama Rapunzel, Külkedisi olmadığı için bunun önemi yoktur. Zaten zaman hangi zamandır ve on iki bu yüzyılda ne demektir acaba diye düşünür. Külkedisi’ni düşünür, koşarken kaybettiği ayakkabının ona dönüşünü... Gözleri dolar, ağlamaz. Ağlayamaz.
Tam karşı kaldırıma geçecekken biri çarpar Rapunzel'e. Eski bir dosttur ama anımsayamaz onu hangi masaldan tanıdığını. Aslında bir önemi de yoktur çünkü saat neredeyse 12.00 olmak üzeredir. Kurşun Asker’i (daha sonra kesinlikle anımsar) elinden tuttuğu gibi koşar adımlarla ilk gördüğü kulenin merdivenlerinden tırmanmaya başlar. Nefes nefese altıncı kata ulaşırlar. Oraya kadar yeter solukları. Kapıyı çalar Rapunzel, güzel bir kadın çıkar karşısına ve onları içeri davet eder.
Böylece haftalar sonra ev sıcaklığında kalbi ılınan Rapunzel ve tabii ona eşlik eden Kurşun Asker neşe içinde sofraya otururlar. Her şey ışıl ışıldır. Kocaman bir saat vardır evde ve yemek bittikten az sonra vurmaya başlar; tam on iki kez..
Ev sahipleri ve davetsiz misafirler, uyumakta olan minik bir bebeğin odasına gider ve ona kadeh kaldırırlar. Ona ve temsil ettiği tüm güzelliklere; umuda, aşka ve sağlığa.
Kurşun Asker balerini özler ve üzülür ama Rapunzel'in özleyecek kimsesi yoktur. Hala anımsayamamaktadır hangi prensi hangi masalda kaybettiğini. Ya da aslında aralarından birini gerçekten kazanmış olup olmadığını!
Önemsemez Rapunzel, bıkkınca omuz silker anılara. Yeni bir yıl başlamıştır ve gerisinin önemi olmamalıdır diye düşünür, hiç olmazsa bir gece daha erteler üzüntüyü.
Avucuna dökülen yaşlarını olanca gücüyle pencereden savurur.
V.
Yeni Yılın Sabahında...Ormanını kaybeden Rapunzel, çıkılacak başka bir kule olmadığını anlayınca, koşarak gördüğü ilk kuyuya atar kendini. Dibine kadar gün ışığı alan kuyu inanılmaz derindir. Rapunzel korkar, ama kulede korktuğu kadar değil. Bu korku, tekbaşına verilecek bir savaş için gereken gücü bulamazsam endişesidir sadece. Yani onu yaralamaz ve kanatmaz. Eteğini kemiren fareleri kovalar, sonra gülmeye başlar. O kadar çok güler ki kuyunun yanından geçenler kahkahalarını duyup anlamlandırmaya çalışırlar; bu kuyunun cadısı mı vardır? Ya da ruhlar mı saklanmıştır derinliklerinde? Kim nereden bilsin ki dünyanın en önemli masallarından birinin prensesi saklanmakta kuyuda! Hani sizin aklınıza gelir mi sanki?
Fareler devam eder eteğini kemirmeye fakat kalbindeki ağrı git gide azalmıştır prensesin. Kim olduğunu, hangi kuleden kaçıp, hangi zindana kapatıldığını umursamaz artık. İçindeki yeni bir hayata uyanma arzusuyla uykuya dalar.Ve tam uyku gözlerine çöktüğünde, kocaman bir torba atılıverir kuyuya! İçi tıka basa eşya doludur.
Torbayı atan Külkedisi'dir! Bir önceki gece kocasını, elinde cam ayakkabı ile Karaköy’deki yokuştan inerken gören Külkedisi yıkılmıştır. Fakat o kendini kuyuya atmak yerine, kocasının en güzel ve en pahalı giysilerini atmayı tercih eder. Üzerine yağan kıyafetlerle uyanan Rapunzel hemen torbayı açar ve aceleyle üzerine birşeyler giyer. Malum fareler lime lime etmiştir elbisesini. Tırmanmaya başlar yukarıya doğru. Aaa demek kuyu dipsiz değilmiş diye düşünür. Hayret!
Tam elini kuyunu kenarına attığı anda Külkedisi ile göz göze gelirler. Kolunu kuyuya dayamış, hüngür hüngür ağlayan Külkedisi öylece bakar Rapunzel'e. Nerede tanışmış olduklarını anımsamaya çalışır. Kafası darmadağınıktır. Birbirlerine gülümser ve şöyle derler: Seni hangi masaldan tanıyorum?
Çok sürmez yakındaki çay bahcesine oturmaları. Külkedisi bir tost söyler bir de çay, Rapunzel ise kahve. Külkedisi formuna dikkat eden zarif bir kadındır. Kumral saçlarının teniyle uyumu ve tam da yaşadığı yüzyıla yakışan kıyafetleriyle göz kamaştırıcıdır. Rapunzel içten içe sevinir, Allahtan Külkedisi onun elbisesini görmemiştir! Ayrıca epey zevkli kadın diye düşünmeye devam eder; baksana kocasının elbiseleri bile harika! Tuhaf olan Rapunzel'e tam gelmesidir kıyafetlerin, demek ki zindanda çok kilo aldım diye düşünür. Zindan? Ruhu erirken bedeni semirmiştir belli ki!
Uzun bir sessizlikten sonra dost olurlar. Zaten ne kalacak yeri ne de arkadaşı yoktur Rapunzel'in bu yüzyılda ve Külkedisi'nin teklifini kabul ederek onunla sarayına doğru yürümeye başlar.
Külkedisi'nin sarayı inanılmaz güzeldir, elbiselerindeki sadelik yaşadığı sarayın her noktasında aynı incelikle devam eder. Onun başına gelenleri anlamakta güçlük çeker Rapunzel, neden bir tek ayakkabı bu denli değerlidir ki Külkedisi için? İstese onlarca cam ayakkabı alamaz mı sanki??
Harika bir odaya yerleşir. Tüm pencerelerin denize baktıgı muhteşem bir noktadadır odası, kendini evinde hissetsin diye burayı seçmiştir Külkedisi. Oysa Rapunzel'in en son ihtiyacı olan şey evini anımsamaktır! İkisi de yorgundur ve öylece uyuyakalırlar tüm pencereleri denize bakan odada.
VI.
Ertesi sabah herşeyle ve herkesle dalga geçen martıların çığlıklarıyla yankılanır odanın duvarlarında. İnadına berrak, inadına güzeldir gün. İki kadın birbirlerine bakar ve gülümserler. Bir gün önce bambaşka yerlerde – kuyularda!! - uyanmış iki yabancıyken bugün kader birliği yapmışlardır. Hayat adı verilen masalda birlikte yazacak sayfamız olmalı diye düşünür Rapunzel, Külkedisi ise çok acıktığını. Farklı ve bir o kadar alışılagelmiş olan hikayeleri için ilk adımı atarlar ve mutfağa inerler.
Her şey karmakarışıktır raflarda, bütün odaları, üstü başı pırıl pırıl olan Külkedisi'nin mutfaktaki dağınıklığına anlam veremez Rapunzel. Birşeyler yemek için buzdolabını açtığında ise dehşet içinde kalır: bomboştur! Tezgahta iki paket tost ekmeği ve bir kalıp peynir vardır sadece.
Her öğün tost yemektedir Külkedisi, bu sebeple sinirleri bozulmuştur. Zamanla prensin evlendiği sağlıklı ve mutlu prensesin yerine ağzının tadı kalmamış bir kadın gelivermiştir. Hem ruhu hem de bedeni zayıflayan Külkedisi çözemediği öfkesine yenilip prensden de olmuştur. Onun bu haline inanılmaz üzülen prens, elindeki ayakkabıyla yeni bir prenses değil, karısının ayağına uygun yeni bir ayakkabı arayışındadır aslında. Amacı Külkedisi’ni yeniden gülerken görebilmektir. Fakat ne tuhaftır ki onu elinde ayakkabı ile gören Külkedisi bambaşka yorumlamıştır olup biteni.. Masalları zamansız bitmiştir; sadece konuşamadıkları için... Başka bir masala geçmelidir Külkedisi.
Rapunzel'in durumuna gelince...
Hayatının önemli bir kısmını kulede geçiren Rapunzel aslında bir kulede değil deniz fenerinde yaşadığını yıllar sonra anlar, tıpkı prens sandığı kocasının kötü talihli bir balıkçı oldugunu anladığı gibi. Hayatı yanlışlıklar komedisine dönen prenses, en sonunda iğrenç kokan balık halinin ana kapısını açık bulur ve kaçar. Kızgınlığı ne deniz fenerine, ne de talihsiz balıkçıyadır artık. Bu kaçış sırasında başını kayalara çarptığı için üç koca yılı kim olduğunu anımsayamayarak geçirmiştir. Ama kuyudan çıkacak gücü bulduğu an, bir kule olmadan yaşayabileceğini anlar.
Hafızasını kazanan Rapunzel ve aylar sonra ilk kez karnı acıkan Külkedisi birlikte markete gitmeye karar verirler. Aylardan Ağustos, mevsimlerden yazdır. Rapunzel bir şapka rica eder güneşten korunmak için, Külkedisi ise bronzlaştırıcı kremini sürer aynanın karşısında. Göz göze gelir gülümserler.
I.
Artık kraliçelerin yaşamadığı ama onlardan kalan tüm kıyafetlerin ikinci el mağazalarında evden eve dolaştığı bir zamandaymış Rapunzel. Daha doğrusu aniden böyle bir sabaha uyanmış. Kendini, uzun zamandır içinde yaşadığı ormanın değil, hiç bilmediği bir caddenin kenarında bulunca uzun uzun düşünmeye başlamış; neden burada olduğunu ya da neden artık ormanda olamadığını?Öylece yürümüş, tanıdık tanımadık ruhların arasında günlerce dolaşmış. Acıkmamış, susamamış, uyuyamamış, sevinememiş ve hatta üzülememiş.
Bir sabah kalan bütün hislerini, çiçeklerini pek beğendiği bir kiraz ağacının dalına asmış. Sakin sakin dolanmaya devam etmiş sokaklarda. Dükkanlara girmiş, evlerin pencerelerinden içeri bakmış, çocukları izlemiş. Ne oyunlar eski oyunlarmış ne de çocuklar eski çocuklar.İlk şaşkınlığını aynalarla dekore edilmiş bir kitapçı vitrini önünden geçerken yaşamış; saçları kısaymış! O yerlere kadar uzanan, masallara ilham veren saçları en fazla omuzlarına değiyormuş! Ödü patlamış birden, nasıl misafir kabul edecekmiş kuleye? Nasıl? Zaten kule neredeymiş? Nereden başlayacağını bilememiş üzülmeye. O da ertelemiş üzülmeyi; usulca katlamış endişelerini ve elbisesinin delik cebine koymuş.
Derin bir nefes aldıktan sonra kitapçının kapısından içeri süzülmüş, raflardaki ciltlere bakarken ona ait günlüklerinden derlenen bir hikaye kitabı bulmuş. Fakat kitabın kapağındaki kadın kendisi değilmiş, hatta benzemiyormuş bile! Rapunzel, kitabı alarak çıkmış dükkandan. Satıcı avaz avaz bağırdıysa da ardından durmamış, çünkü duymamış. Soylu kulakları için çok akortsuzmuş adamın sesi.Kulesini ve prensini -tabii varsa - nerede, nasıl kaybettiğini bilemediği bir zamanda, aklında onlarca soruyla deniz kıyısına kadar yürümüş. Bulduğu ilk banka oturmuş.Yağmur yağmış, güneş açmış, yapraklar bir yeşil olmuş bir turuncu. Ardından bembeyaz kaplanmış tüm sokaklar. Tam üç yıl seyretmiş Rapunzel hayatın akışını oturduğu banktan. Ama üç yıl onun iç zamanıyla olsa olsa üç saat sürmüşmüş...Tekrar kitapçı dükkanına gitmiş, ne tesadüf ki vitrinde yine aynalar varmış o yıl ve Rapunzel bu kez sadece kısa değil aynı zamanda beyazlamış olduğunu görmüş saçlarının!
İşte o dakika anlamış; zaman biz onda iz bırakmasak bile bizde mutlaka iz bırakan hoyrat bir güçmüş. Silkmiş omuzlarını, kızmamış zamana.
II.
Kaybettiği yıllara aynanın içinden geçerek geri dönebilmek ümidiyle bir hamle yapar umutsuz prenses ama buz gibidir ayna, almaz onu içine. Kaçmak ister, sadece kaçmak. Bulunduğu zamandan, gezegenden ve hatta bedeninden kaçmak. Başka bir canlı olarak ve hatta başka bir alemde yeniden doğmak ister. Çözemez aynaların dilini, kaldırımlardaki zamansızlığı, elbiselerinin masal kitaplarında kalışını.Kendi varlığına sahip çıkamayışına üzülür Rapunzel. Herşeyi silemeyeceği için yeryüzünden silinmiş olmayı diler tüm kalbiyle. Nasıl olsa kuleyi kaybetmiştir. Bütün ağaçlar da kesildiğine göre - çünkü caddede tek bir ağaç yoktur -gidecek bir orman yoktur anlaşılan. Arada kalmıştır işte; masal da değildir, gerçekte.
Masal olamayacak kadar gerçek ve gerçek olamayacak kadar masaldır kayıp prenses!
III.
Rapunzel için yaşam, kışın göz kırpan güneş kadar umut vaad eder; yani neredeyse hiç. Hala kayıptır! Sanki tüm anıları kar tanelerine binmiş ve uzak ülkeler gitmiştir.. Renkleri kaybetmiş bir kör gibiydir kalbi, duygularını kaybettiğini anlar... Üzülür ama ağlamaz.
Her kar tanesini avucunda saklamak ister. Artık anıların gün ışığında bile içini ısıtmadığını düşünür. Korkar. Kalbini kaplayan buz hiç çatlamayacak ve asla masalına dönemeyecek olma ihtimalinden korkar. Ağlar, ağladıkça yaşlar avucundaki karları daha da hızlı eritir!
Limana iner Rapunzel ve mermer aslanının üzerinde, şövalyelerle savaştığı zamanları anımsar. Limanın daha doldurulmadığı, saçlarının upuzun olduğu zamanları düşünür. O yıllarda nedir onu elinde tahta kılıcı ile güçlü kılan? Sakın kalbini sevgiyle dolduran hayatı olmasın? Verilen hediyelerin geri alınabilmesini, hayatı boyunca hiç anlayamaz. Uzun uzun kolundaki bileziğe bakar, sadece o kalmıştır!
Tekneleri seyreder. Balığa çıkanların boş kalan yerlerini, mavi yolculuğa çıkanların rıhtımda bıraktıkları halatlarını ve mor yolculuktan dönmeyenlerin limanda unuttukları ayakkabılarını. Aralarından biri özel yapımdır. Eline aldığı ayakkabının içindeki ayağı anımsar Rapunzel; beyaz, bembeyaz..
IV.
Nasıl olduğunu anlamadan saat 12.00 yi vurur ama Rapunzel, Külkedisi olmadığı için bunun önemi yoktur. Zaten zaman hangi zamandır ve on iki bu yüzyılda ne demektir acaba diye düşünür. Külkedisi’ni düşünür, koşarken kaybettiği ayakkabının ona dönüşünü... Gözleri dolar, ağlamaz. Ağlayamaz.
Tam karşı kaldırıma geçecekken biri çarpar Rapunzel'e. Eski bir dosttur ama anımsayamaz onu hangi masaldan tanıdığını. Aslında bir önemi de yoktur çünkü saat neredeyse 12.00 olmak üzeredir. Kurşun Asker’i (daha sonra kesinlikle anımsar) elinden tuttuğu gibi koşar adımlarla ilk gördüğü kulenin merdivenlerinden tırmanmaya başlar. Nefes nefese altıncı kata ulaşırlar. Oraya kadar yeter solukları. Kapıyı çalar Rapunzel, güzel bir kadın çıkar karşısına ve onları içeri davet eder.
Böylece haftalar sonra ev sıcaklığında kalbi ılınan Rapunzel ve tabii ona eşlik eden Kurşun Asker neşe içinde sofraya otururlar. Her şey ışıl ışıldır. Kocaman bir saat vardır evde ve yemek bittikten az sonra vurmaya başlar; tam on iki kez..
Ev sahipleri ve davetsiz misafirler, uyumakta olan minik bir bebeğin odasına gider ve ona kadeh kaldırırlar. Ona ve temsil ettiği tüm güzelliklere; umuda, aşka ve sağlığa.
Kurşun Asker balerini özler ve üzülür ama Rapunzel'in özleyecek kimsesi yoktur. Hala anımsayamamaktadır hangi prensi hangi masalda kaybettiğini. Ya da aslında aralarından birini gerçekten kazanmış olup olmadığını!
Önemsemez Rapunzel, bıkkınca omuz silker anılara. Yeni bir yıl başlamıştır ve gerisinin önemi olmamalıdır diye düşünür, hiç olmazsa bir gece daha erteler üzüntüyü.
Avucuna dökülen yaşlarını olanca gücüyle pencereden savurur.
V.
Yeni Yılın Sabahında...Ormanını kaybeden Rapunzel, çıkılacak başka bir kule olmadığını anlayınca, koşarak gördüğü ilk kuyuya atar kendini. Dibine kadar gün ışığı alan kuyu inanılmaz derindir. Rapunzel korkar, ama kulede korktuğu kadar değil. Bu korku, tekbaşına verilecek bir savaş için gereken gücü bulamazsam endişesidir sadece. Yani onu yaralamaz ve kanatmaz. Eteğini kemiren fareleri kovalar, sonra gülmeye başlar. O kadar çok güler ki kuyunun yanından geçenler kahkahalarını duyup anlamlandırmaya çalışırlar; bu kuyunun cadısı mı vardır? Ya da ruhlar mı saklanmıştır derinliklerinde? Kim nereden bilsin ki dünyanın en önemli masallarından birinin prensesi saklanmakta kuyuda! Hani sizin aklınıza gelir mi sanki?
Fareler devam eder eteğini kemirmeye fakat kalbindeki ağrı git gide azalmıştır prensesin. Kim olduğunu, hangi kuleden kaçıp, hangi zindana kapatıldığını umursamaz artık. İçindeki yeni bir hayata uyanma arzusuyla uykuya dalar.Ve tam uyku gözlerine çöktüğünde, kocaman bir torba atılıverir kuyuya! İçi tıka basa eşya doludur.
Torbayı atan Külkedisi'dir! Bir önceki gece kocasını, elinde cam ayakkabı ile Karaköy’deki yokuştan inerken gören Külkedisi yıkılmıştır. Fakat o kendini kuyuya atmak yerine, kocasının en güzel ve en pahalı giysilerini atmayı tercih eder. Üzerine yağan kıyafetlerle uyanan Rapunzel hemen torbayı açar ve aceleyle üzerine birşeyler giyer. Malum fareler lime lime etmiştir elbisesini. Tırmanmaya başlar yukarıya doğru. Aaa demek kuyu dipsiz değilmiş diye düşünür. Hayret!
Tam elini kuyunu kenarına attığı anda Külkedisi ile göz göze gelirler. Kolunu kuyuya dayamış, hüngür hüngür ağlayan Külkedisi öylece bakar Rapunzel'e. Nerede tanışmış olduklarını anımsamaya çalışır. Kafası darmadağınıktır. Birbirlerine gülümser ve şöyle derler: Seni hangi masaldan tanıyorum?
Çok sürmez yakındaki çay bahcesine oturmaları. Külkedisi bir tost söyler bir de çay, Rapunzel ise kahve. Külkedisi formuna dikkat eden zarif bir kadındır. Kumral saçlarının teniyle uyumu ve tam da yaşadığı yüzyıla yakışan kıyafetleriyle göz kamaştırıcıdır. Rapunzel içten içe sevinir, Allahtan Külkedisi onun elbisesini görmemiştir! Ayrıca epey zevkli kadın diye düşünmeye devam eder; baksana kocasının elbiseleri bile harika! Tuhaf olan Rapunzel'e tam gelmesidir kıyafetlerin, demek ki zindanda çok kilo aldım diye düşünür. Zindan? Ruhu erirken bedeni semirmiştir belli ki!
Uzun bir sessizlikten sonra dost olurlar. Zaten ne kalacak yeri ne de arkadaşı yoktur Rapunzel'in bu yüzyılda ve Külkedisi'nin teklifini kabul ederek onunla sarayına doğru yürümeye başlar.
Külkedisi'nin sarayı inanılmaz güzeldir, elbiselerindeki sadelik yaşadığı sarayın her noktasında aynı incelikle devam eder. Onun başına gelenleri anlamakta güçlük çeker Rapunzel, neden bir tek ayakkabı bu denli değerlidir ki Külkedisi için? İstese onlarca cam ayakkabı alamaz mı sanki??
Harika bir odaya yerleşir. Tüm pencerelerin denize baktıgı muhteşem bir noktadadır odası, kendini evinde hissetsin diye burayı seçmiştir Külkedisi. Oysa Rapunzel'in en son ihtiyacı olan şey evini anımsamaktır! İkisi de yorgundur ve öylece uyuyakalırlar tüm pencereleri denize bakan odada.
VI.
Ertesi sabah herşeyle ve herkesle dalga geçen martıların çığlıklarıyla yankılanır odanın duvarlarında. İnadına berrak, inadına güzeldir gün. İki kadın birbirlerine bakar ve gülümserler. Bir gün önce bambaşka yerlerde – kuyularda!! - uyanmış iki yabancıyken bugün kader birliği yapmışlardır. Hayat adı verilen masalda birlikte yazacak sayfamız olmalı diye düşünür Rapunzel, Külkedisi ise çok acıktığını. Farklı ve bir o kadar alışılagelmiş olan hikayeleri için ilk adımı atarlar ve mutfağa inerler.
Her şey karmakarışıktır raflarda, bütün odaları, üstü başı pırıl pırıl olan Külkedisi'nin mutfaktaki dağınıklığına anlam veremez Rapunzel. Birşeyler yemek için buzdolabını açtığında ise dehşet içinde kalır: bomboştur! Tezgahta iki paket tost ekmeği ve bir kalıp peynir vardır sadece.
Her öğün tost yemektedir Külkedisi, bu sebeple sinirleri bozulmuştur. Zamanla prensin evlendiği sağlıklı ve mutlu prensesin yerine ağzının tadı kalmamış bir kadın gelivermiştir. Hem ruhu hem de bedeni zayıflayan Külkedisi çözemediği öfkesine yenilip prensden de olmuştur. Onun bu haline inanılmaz üzülen prens, elindeki ayakkabıyla yeni bir prenses değil, karısının ayağına uygun yeni bir ayakkabı arayışındadır aslında. Amacı Külkedisi’ni yeniden gülerken görebilmektir. Fakat ne tuhaftır ki onu elinde ayakkabı ile gören Külkedisi bambaşka yorumlamıştır olup biteni.. Masalları zamansız bitmiştir; sadece konuşamadıkları için... Başka bir masala geçmelidir Külkedisi.
Rapunzel'in durumuna gelince...
Hayatının önemli bir kısmını kulede geçiren Rapunzel aslında bir kulede değil deniz fenerinde yaşadığını yıllar sonra anlar, tıpkı prens sandığı kocasının kötü talihli bir balıkçı oldugunu anladığı gibi. Hayatı yanlışlıklar komedisine dönen prenses, en sonunda iğrenç kokan balık halinin ana kapısını açık bulur ve kaçar. Kızgınlığı ne deniz fenerine, ne de talihsiz balıkçıyadır artık. Bu kaçış sırasında başını kayalara çarptığı için üç koca yılı kim olduğunu anımsayamayarak geçirmiştir. Ama kuyudan çıkacak gücü bulduğu an, bir kule olmadan yaşayabileceğini anlar.
Hafızasını kazanan Rapunzel ve aylar sonra ilk kez karnı acıkan Külkedisi birlikte markete gitmeye karar verirler. Aylardan Ağustos, mevsimlerden yazdır. Rapunzel bir şapka rica eder güneşten korunmak için, Külkedisi ise bronzlaştırıcı kremini sürer aynanın karşısında. Göz göze gelir gülümserler.
3 yorum:
sen muhteşemsin!...tek diyebileceğim bu...
yogaya gittim bu gece...doğumgünü hediyem olsun istedim kendime...ve yeni yaşımın en önemli hediyesiydi, meditasyon...hayat sahiden inanılmaz birşey...ağlayarak ve kafam binbeşyüz döndüm eve...aylar sonra, dün geceki bir iki damlayı saymazsak, hıçkıra hıçkıra ağladım...neler olduğunu anlatabilecek kelimelerim yok henüz, bu gece...anlatabileceğim kelimeleri bulduğumda, yazacağım...
seninle karşılaşmamız, tesadüf değil rapunzel...hayatta hiçbirşeyin tesadüf olmadığı gibi...ben güçlü olmayı, senin elinden tutup kulenin yolunu göstermek için de isteyeceğim sen yolunu bazen kaybeder gibi olduğunda...an'ın kıymetini, bana onu her an anımsatan senin gibi bir dostum olduğu için de bileceğim...içimi, senin gibi içinde okyanuslar olan ve o okyanuslarda bazen çıkan fırtınanın en koyusunda bile ıslık çalabilecek cesaret ve neşe ve istence sahip kızıl saçlı bir prenses için de temiz tutacağım. vajinal kaslarımı, seninle aynı huzurevinde olursak korkmadan istediğimiz kadar gülebilelim diye de güçlendireceğim :)
iyi ki varsın...olduğun gibi biri olduğun ve saçlarını kesmediğin için çok teşekkürler...masal için de...ve her an...
Gece sen ağlamışsın, sabah da ben ağladım. Ama sevinçten, çünkü sana daima söylediğim gibi iyi günlere az kaldı; kokusunu alıyorum:))) Ve bu beni heyecanlandırıyor. MUTLU YILLAR!!!
ohooo...Masalların ölümsüz güzelleri...Sizi okuyunca karşılıklı bugüzel duygularınızı, içim aydınlanıyor... Herşey çokgüzel olacak...Doğum günün kutlu olsun külkedisi...Rapunzel benim için de çok değerli. Sen de onun için çok değerlisin.. Benim adım her ne kadar kendi tercihimle cadı ise de ben ne seni mutfağa iten ve ayakkabını deneyen cadıyım, ne de rapunzelimi şatoya tıkan cadı. Ben hayatı muzip ama dolu dolu yaşamanızı , anınızı yaşamanızı isteyen bir cadıyım.. O vajinal kaslarınız da benden sorulur tabiii.Gülerken göllenmeyelim diyeden de ötesi içinn...öpücüklerimle
Yorum Gönder