Babam ölürken annem otuz yaşındaydı. Babam ağrıyla inlerken, kusarken O ne hissediyordu, hissettiği şeyle nasıl başa çıkıyordu merak ediyorum. Bazen de başa çıkabilmişse eğer ancak ve ancak hisseden taraflarını kullanmayarak başarmıştır diye düşünüyorum.
İnsan bazen beton mu dökmeli hislerine. Acaba?
Bizim aile tuhaftır. Bence aile denilen şey külliyen tuhaftır, zira insan tuhaftır. İtiraz? Yok değil mi? Çünkü ben de tuhafım, sende. İşin temelinde yatan nedir dersen, hayatı kendi üzerimizden değil de başkalarının yapıp ettiklerinden okumaya çok teşneyiz. Oysa ilk okunacak kitap insanın kendisi olmalı. Kendim dediğimiz şeyin kullanım kılavuzunu oluşturmadan, onu birkaç dile çevirip kuytu köşe anlamadan başkalarıyla yakınlaşmak ne mümkün?
Benim sorunum fazla düşünmek. Bazen o kadar ipin ucu kaçıyor ki, düşünmekten, kafamın içinde yazıp çizmekten yaşayamıyorum. Zihnim almış sazı eline kendi çalıp kendi oynarken, hayat yoldan geçen arabalar gibi akıyor yanımdan.
Bugün on dört Nisan Pazar. Dün hayatımın direksiyonundaydım, kısmetse bugün de niyetim aynı. Çünkü kendini yönetme becerisine kavuşmadan içsel neşesini bulamıyor insan. Oysa sahici bir ölüm anı istiyorsak gerçek bir yaşamdan geçmek gerekmez mi?
Acı, hastalık, keder yaşamın deneyimleridir. Pozitif düşünerek, evrene "iyiyim, harikayım" gibi salak saçma sözler göndererek içinde olduğumuz gerçeklikten kaçamayız. Bu düpedüz yalancılık olur. Yapılacak şey basittir. Basit ve dikkat gerektiren şey şu: anın içinde dur. İzin ver hissettiğin şeye. Sadece bak, his bedeninde nerede? Hangi hatıranla eşleşiyor? Orada ne hatırlıyorsun? Bütün bunlardan sonra da o hissi ve getirdiği her şeyi bırak!
Ne acıyı, ne de sevinci tutamayız. Duygulara tutunamayız. Yaşarız ve devam ederiz. Sidharta'da Hesse bize tam olarak bunu anlatır; nehrin kıyısındaki güzel kızı unut ve devam et!
Hayatın ortalık yerinde, elli yaşımda ve ormanın en derininde tek öğrendiğim bu oldu: yaşamakta olduğun deneyimden kaçamazsın! Dönüp dolaşıp geleceğin yer kendinsin. İşte bu yüzden hisler dondurulamaz, yaşamın akışı, ritmi bizim arzumuza göre değişemez. Biz spontan olmalı, biz değişen duygu durumlarına hızlıca uyum sağlamalıyız. Üzülüyor muyuz? Ağla. Sevinçli miyiz? Dans et, şarkı söyle. Kısacası neyse gelen his, içine çekildiğin olaylar silsilesi yaşa, yaşa fakat seni ele geçirmesine izin verme. Nasıl ilkokulda oynadığın piyesteki prenses değilsen, şimdi de yaşadığın olayın mağduru veya kahramanı değilsin. Birkaç saat, birkaç gün veya ay için giyindiğin duyguyu, yaşadığın olayları sen sanma. Yüzlerce insanlık kostümünden biriydi o. Çıkart, gitsin.
Ben şimdilerde babamın içimde upuzun yatan hastalığını, beni yerden yere vuran gidişini, kaldıramadığım cenazesini ve ondan bana kalan terk edilme korkularımı öpüp okşuyorum. İyi miyim? Aslında hem evet, hem de hayır. Nihayet içimde ağlaya inleye dolaşan yersiz yurtsuz kız çocuğuna eğer arzu ederse benimle yaşayabileceğini, ona göz kulak olabileceğimi söylüyorum. İnşallah inanır da yerini bulur garibim.
Huzur içinde ölmemim tek yolu huzur içinde yaşamam. Elli yaşımda araba sürmeyi öğreniyor, kendime analık babalık ediyorum. Canımdan çok sevdiğim kardeşimin üstüne çullanmadan, Onu uzaktan sevmeyi öğreniyorum. Ağaçlarla konuşuyor, damdaki kediyi besliyorum. ben deli miyim? Yok elbette değilim, fakat tuhafım. Benim bütün ailem tuhaf, seninkiler? Elbette onlar da:))
Anlayacağın kendini oku, her an seyret. ne yapıyor, nasıl tepkiler veriyorsun? Hangi duyguna tutunup, yaşamak yerine yaşayanları izliyorsun? Yapma tatlım, gel yaşayalım:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder