Winterson romanlarından birinde kahramana ihtiyacının ne olduğu sorulur. Cevap bol köpüklüdür.. Sınırların belirsizliğine, sevginin, ilginin miktarının değişkenliğine köpük dolu küvet metaforuyla cevap verir Winterson'ın kahramanı ve bu konuda çok haklıdır.
İhtiyaçlarımız ve miktarları değişkendir. İnsanlar arasında ve insanın kendi içiyle dışı arasında eğer birer harita mühendisi görevlendirilebilseydi, sarraf ve gece bekçisi karışımı özellikler taşıması hoş olurdu. Zira sınırlarımız ve ihtiyaçlarımız an be an değişir ve değişimi yönetmek ustalık ister.
Ay ışığı altında parlamaya saatler sayarken, ben de kendime ihtiyaçlarım hakkında bazı sorular soruyorum. Durmadan değişen ve karşılanmadığını düşündüğümüm ihtiyaçlarımı belirlemeye çalışıyor fakat başaramıyorum. Böyle zamanlarda dönüp dolaşıp en sevmediğim yere, aynamın önüne geliyorum. Çünkü sorunun ve cevabın tek sahibi var, ben!
Ah O ben! Ben esnek ve cesur olup, ihtiyaçlarımı belirleyip, gideremedikten sonra diğerlerinden bunu yapmalarını beklemek nasıl nafile. Kötü bir örnek vereyim mi? Mesela sabah yataktan kalkar kalmaz dünyanın en güzel şarabı sunulsa ister misiniz? Ben istemem. Şarap veya sunulma şeklinden ziyade zamanlaması yanlış olduğundan istemem. Demek ki sabah ne tercih ettiğimi veya etmediğimi ben biliyorum, diğerleri değil. Ama beşki bir sabah isteyeceğim? O da ayrı bir muamma. Bazen bana hayat tarafından sunulan şeyleri yeterince değerlendiremediğim sanrısına kapılıyorum, canım sıkılıyor. Oysa bu suç değil, o zaman öyle hissetmişim demek sadece.
Şimdilerde ne özür, ne de dışarıdan gelecek çözüm beklentisindeyim. Tüm dikkatim ağzını yastıkla, yorganla tıkayıp, elini kolunu bağladığım iç sesimde. Artık O söyleyecek ihtiyaçlarımı, ben de bize hizmet edeceğim. Böylece dışarıdakileri suçlamaktan, bir türlü mesuliyet kabul etmediğim yaşamımdan uzaklaşıp, makul olan güzergaha geçecek, yeni şoför ağzıyla şerit değiştireceğim:)
ORMANA GİRMENİN ER YA DA GEÇ BENİ BURAYA GETİRECEĞİNİ, BİLİYORDUM. Derimi sıyırmam gerektiğini, altındaki cılk yarayı daha fazla görmezden gelemeyeceğimi nicedir biliyordum. O kadar kafayı takmıştım ki beni sevdiğini söyleyen ama anlamak, iyi kılmak adına kılını kımıldatmayanlara, sanki ben onlardan daha çok düşmanlık eder olmuştum kendime. İlla bir özür, illa bir anlaşılma sahiden gerekli midir? Aslında değildir. Zaten geçmişi onaramaz, bana geride kalan zamanı iade edemezler.
Benim yaralarımı görüp, doğru tedaviyi başlatmam şart.
Üstelik en yakınlarım beni uyuz köpek kovar gibi hayatlarından kovalarken, birileri tüylerimi tarayıp, kenelerimi ayıklamamış mıydı? Onların varlığına şükretmeliydim. Birileri arızalıları da sevebiliyordu. Nankörlüğün anlamı yoktu, hayatın dengesi tartışmasızdı ve artık gözlerimi açmalıydım. Zor günler umursanmadığım ve sevilmediğim anlamına gelmiyordu. Kaldı ki gelse bile ben beni çok sevecektim. İşte o kadar.
Orman güzel. Bu gece, ay ışığı altında parlayacak tüm gerçekler. Bence sen de gelmelisin. Ağaçlar insanlardan daha güvenilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder