İstikrarsızlığımın aynası blog nasıl doğmuştu anımsayalım..
Eda Liza için yazdığım masalla... İyi bir duygu olsun istedim, o iyi duygu kişisel tarihimde kayıtlara geçsin, unutulmasın, ayrıntıları taze kalsın istedim.. Külkedisi sayesinde gerçekleşti; O teşvik ettiği, yüreklendirdiği için masalları herkes okuyabildi..
Sonra kırık dökük gündelik hikayeler, Süper Prenses'e moral günlükleri yazmış, gezip görmeyi sevenlere de sağı solu anlatmaya devam etmiştim. Arada hayal kırıklıklarımdan, yenişemediğim öfkemden de bahsettim. Hatta konuştuk. Buraya bırakılan yorumlar bana güzel insanlarla tanışma fırsatı getirdi; Eczacı, Guguk Kuşu, ...
Sonra birgün, yazdıklarım üzerinde gezinen gözlerin varlığı içimi sıktı, yazmadım. Yazmamak, kendimi cezalandırmaktı..
Bu sabah çok ama gerçekten çok kötü hissediyorum. Bütün gece gök gürültüsü ve yağmur sesi dinlemekten yorgun düştüm. Kafamın içinde koşuşturan, birbirinin zıttı düşünceleri sakinleştirebilmek için boşuna uğraştım. Sonunda gün doğdu ve yataktan kalktım.
İnanır mısınız, ayağa kalkamadığım günleri düşününce, şu an kahvemi alıp klavye başında oturmuş oluşuma çok şaşkınım. Kalkamam zannettim. Eyvah dedim içimden, şimdi Külkedisi de yok. Kaçacak, saklanacak, kanadına sığınacak bir Külkedisi yok... Eyvah..
Süper Prenses çok uzakta, gelecek düşleri kurduran canım Victor bir zeytin ağacının altında... Eyvah ki ne eyvah..
Bütün varlığım anlamını bir gecede kaybetti sanki. Neyi neyin üzerine inşa etmiştim unuttum. Karnım acıkmıyor. Gözyaşı bezlerim başına buyruk. Hayal kırıklığı kocaman bir top olmuş midemde, kusamıyorum.. Sindiremiyorum..
Elbette geçecek, ama geçmesi gereken bu muydu? Buraya gelmeden evvel yapılacak bir şey yok muydu sahiden? Eğer bu denli kıymetliyse niçin oldurmadım? Olduramadık?
Biliyoruz, bu sorular da bitecek... Yerine yepisyeni, gündelik akışın önümüze sundukları gelecek.. Her başarısızlık, her kaybediş, kolay vazgeçiş gibi kendimizi haklı çıkartacağımız veya "bu kadarım ben işte!" diyerek sıyrılacağımız cümleler fısıldayacak zihnimiz..
Ya iç sesimiz?
O daima gerçeği bilecek...
Çok yorgunum. Benden vazgeçilmesine dair derin kırgınlığım su yüzüne çıktı. Depreşti. Kendimi kandırılmış hissediyorum. İnancıyla, tutunma isteğiyle alay edilmiş, kolu bacağı kesilip, otobana fırlatılmış gibiyim. Yaşa bakalım diyor birileri..
Ve en fenası, kabuğum çatladı; hayata, içtenliğe güvenim sarsıldı. İçeriye sızan soğuk can acıtıcı.
Elbette hepsi bu değil, seziyorum. Başka korkular, yetersizlik duyguları, mücadeleden vazgeçme halleri var. Hepimiz iyi ve güzelin kucağımıza düştüğü haliyle, hiç emek harcamaksızın sonsuza dek bizimle kalacağına dair uçsuz bucaksız bir yanılsama içindeyiz.. Oysa öyle değil, duyguların, düşüncelerin soğuk mevsimlerinden geçerken iyi ve güzeli sarıp sarmalamak lazım, lazımdı.. Hissedilene tutunmak lazımdı. Halden anlamalıydık.
Yazık oldu.
Yazık ettik.
Birkaç zaman içime sindirmekte zorlandığım kaybım hakkında yazar dururum muhtemelen. Okuma istersen, boşver.
İnanır mısınız, ayağa kalkamadığım günleri düşününce, şu an kahvemi alıp klavye başında oturmuş oluşuma çok şaşkınım. Kalkamam zannettim. Eyvah dedim içimden, şimdi Külkedisi de yok. Kaçacak, saklanacak, kanadına sığınacak bir Külkedisi yok... Eyvah..
Süper Prenses çok uzakta, gelecek düşleri kurduran canım Victor bir zeytin ağacının altında... Eyvah ki ne eyvah..
Bütün varlığım anlamını bir gecede kaybetti sanki. Neyi neyin üzerine inşa etmiştim unuttum. Karnım acıkmıyor. Gözyaşı bezlerim başına buyruk. Hayal kırıklığı kocaman bir top olmuş midemde, kusamıyorum.. Sindiremiyorum..
Elbette geçecek, ama geçmesi gereken bu muydu? Buraya gelmeden evvel yapılacak bir şey yok muydu sahiden? Eğer bu denli kıymetliyse niçin oldurmadım? Olduramadık?
Biliyoruz, bu sorular da bitecek... Yerine yepisyeni, gündelik akışın önümüze sundukları gelecek.. Her başarısızlık, her kaybediş, kolay vazgeçiş gibi kendimizi haklı çıkartacağımız veya "bu kadarım ben işte!" diyerek sıyrılacağımız cümleler fısıldayacak zihnimiz..
Ya iç sesimiz?
O daima gerçeği bilecek...
Çok yorgunum. Benden vazgeçilmesine dair derin kırgınlığım su yüzüne çıktı. Depreşti. Kendimi kandırılmış hissediyorum. İnancıyla, tutunma isteğiyle alay edilmiş, kolu bacağı kesilip, otobana fırlatılmış gibiyim. Yaşa bakalım diyor birileri..
Ve en fenası, kabuğum çatladı; hayata, içtenliğe güvenim sarsıldı. İçeriye sızan soğuk can acıtıcı.
Elbette hepsi bu değil, seziyorum. Başka korkular, yetersizlik duyguları, mücadeleden vazgeçme halleri var. Hepimiz iyi ve güzelin kucağımıza düştüğü haliyle, hiç emek harcamaksızın sonsuza dek bizimle kalacağına dair uçsuz bucaksız bir yanılsama içindeyiz.. Oysa öyle değil, duyguların, düşüncelerin soğuk mevsimlerinden geçerken iyi ve güzeli sarıp sarmalamak lazım, lazımdı.. Hissedilene tutunmak lazımdı. Halden anlamalıydık.
Yazık oldu.
Yazık ettik.
Birkaç zaman içime sindirmekte zorlandığım kaybım hakkında yazar dururum muhtemelen. Okuma istersen, boşver.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder