İnsan otuzlarının ortasından
sonra, daha fenası kalbinin içinde sakladığı kıymetli bir dostu ya da vefasız
bir sevgiliyi kaybettiğinde anlıyor hayatın bitmeyecek, sonu gelmeyecek bir
eğlence, sınırsız kullanımlı bir paket olmadığını. Her sabah uyanmanın ezeli ve
ebedi bir hak değil, ekmek gibi, su gibi nimet olduğunu. Yüzündeki her çizginin
gezegende geçirilmiş fazladan bir yıla işaret ettiğini ve bunun kıymetini…
Ben hep şanslıydım; doğdum doğalı
pek çok güzel insan tarafından sevdim ve sevildim. Hayat yüksek ökçelisiyle kafama güm güm vururken, yanımda daima acımı hafifletecek
kıymetlilerim oldu. Böyle zamanlarda ne keder kaldı, ne umutsuzluk.
Kırk yılda on insana yetecek
kadar güldüm, en az on kişilik gezdim, bir o kadar kazandım ve kaybettim.
İnanmazsınız, gözyaşlarımı biriktirsem Tuz Gölü, kahkahalarımı üst üste koysam
Ağrı Dağı kadar olurdu.
Zaman zaman geleneksel çizginin
azıcık dışına taşsam, bazen kendimi seçmeyip sadece yanımda duranın elini tutsam da,
hayata olabildiğince, aklımın, cesaretimin yettiğince hakkını verdim. Ne sebeple ve ne zamana kadar
burada olacağım sürpriz. Olsun!
Kırkıncı doğum günümü on gün süren
bir şölene çeviren hayata ne kadar teşekkür etsem az. Beklenmedik sürprizler,
yarım ağız kutlamalar,
yeni tanışıklıklardan gelen düşünceli incelikler, eski ve daimi dostların
olgunluk dönemimi anlamlı kılan hediyeleri. Aslında en önemlisi de boşa
geçmemiş yılları hissetmenin, fazlasıyla almış ve vermiş olmanın paha biçilmez
hazzıydı.
Hayatımı anlamlı kılan ama bir
sebepten ötürü bugün yanımda olmayanları da anarak, onlara seçtikleri yolculukta
canı gönülden bir eyvallah çekerek, kırk birime doğru gidiyorum. Kalan sağlar
benimdir!
1 yorum:
41 kere maşallah. İyiki doğmuşsun. Seni tanımak çok güzel. Mutlulukların himalayalar kadar yok yok kaf dağı kadar olsun.
Yorum Gönder