Ne zamandır beceremediğim, hani neredeyse artık olmayacak mı dediğim "kendime İstanbul ısmarlıyorum" günlerime geri döndüm. Hem de ne dönmek!
Allah M. kardeşimizden razı olsun, sabah sporu sonrasında beni bukunduğum yerden alma nezaketi gösterdi ve ilk iş olarak "evimizin herşeyi" olan mekana gittik. O kadar açtım ki, kaç dakikada ne yedim gerçekten hatırlamıyorum ama nihayet bir yatak örtüsü almayı başardım. Böylece annemin en büyük problelerinden birine de çözüm üretmiş oldum. Gerçi benim yatak örtümün olmayışı ya da eski örtüleri kullanmaktan gocunmayışım neden ona sıkıntı verdi hiç anlamamıştım ya, neyse. Anne işte, bazen anlayamıyorum:)
Bundan sonrası gerçekten nefis oldu. M. beni gezegende en sevdiğim yerlerden birine götürdü; İstanbul Boğazı'na.! Hani şu durmadan ballandıra ballandıra anlattığım yere. Üstelik Göksu kıyısına!
Yarabbim biz ne talihli kullarınız ki, böylesine yaman bir çelişkinin göbeğinde, deliler gibi sevdiğimiz ve bir o kadar da canımıza okuyan bu rüya şehrinde yaşıyoruz! Ne zaman şehrin su kenarlarında dolansam içimi çocukça bir sevinç kaplıyor. Eve dönmüş, hayatın tam merkezine postalanmış gibi hissediyorum. Sokaklarda kaybolmak, hiç görmediğim camiileri bulmak, o ana dek bir kez bile gözüme ilişmeyen detayları keşfetmek aklımı alıyor. Mesela dün Anadolu Hisarı'nda daha önce hiç yürümediğim bir istikamete doğru yol alırken, öyle güzel bir sokak gördüm ki, aklıma Guguk kuşu'nun şu güzel fotoğrafı geldi:
Yavaş yavaş güneşten çıkıp, grinin en büyülü tonlarına bürünmüş bir şehir düşünün; sokaklarına rüzgar ve deniz kokusu üflenmiş. Evlerinin duvarları, bir zamanlar kenti koruyan surların, hisarların duvarlarıyla sarmaş dolaş olmuş.. Her virajdan sonra bir süpriz, her adımda bir büyü.
Bir duvar gördük ki, ah! M. fotoğrafları gönderince sizinle paylaşacağım; kuzeye bakan, yemyeşil bir duvar! Dokunmaya doyamayacağınız bir yosun halısı!
Ne mi yaptım? Yanağını dayadım duvara, avucumun içini bu yumuşak halıyla tanıştırdım. Sonra da gören gözlerimiz için şükrettim! Tamam, kabul ediyorum, şehrin belası, kahrı çok... fakat hala o kadar güzel ki....
Bu birbirinden güzel sokaklardan çıkmazdık ya, inanılmaz üşüdük! Tekrar Göksu kıyısına döndük ve arabamızın rotasını Hasan Usta'nın çömlek atölyesine çevirdik.
Bizi yepyeni çömlekler bekliyordu! Hasan Usta'nın mirasına sahip çıkan, Göksu geleneğinin son temsilcisi mekanda mutlu mutlu dolandık. M. toprak bardaklardan, ben de mavinin en sevdiğim tonlarıyla sırlanmış tabak ve kaselerden aldım. Dokunmaya kıyamayacağınız kadar güzel kap ve kaçakları seviyorsanız mutlaka Hasan Usta'ya uğrayın. Oradan alınınan kapların içinde sunduğunuz kek, meyve ve kurabiyeler emin olun farklı bir şekilde anlamlanıyor. Bir saksı aldım ki, çiçeğini eker ekmez sizinle paylaşacağım. O zaman ne demek istediği çok daha iyi anlatabileceğim. Toprağın dönüşümünü, ateşle aşkını çömlekler kadar güzel anlatan başla bir şey bilmiyorum.
Hasan Usta ile sohbet ve alışverişimiz bitince romantik tarafımızı boğazın sularında bırakıp, karşılanması gereken ihtiyaçlarımız için bir mekan ziyareti daha yapıp, harika bir yorgunlukla evlerimize döndük. Nasıl mı hissettim. Şöyle:
Yorgun, hafif ve çok keyifli!Ismarlama günlere bayılıyorum. Hoşgeldin bahar!
2 yorum:
rutin gördüğüm bir rüyam vardır; istanbula yerleştiğim, içimin bir yanının korktuğu ama diğer yanının mutluluktan uçtuğu bir rüya. yaşamak istediğim belki tek şehir istanbul. eminim zorlukları büyük ama değer. hislerimi öyle güzel anlatmışsın ki, istanbulun o sabah griliği, hiç bir yerde rastlamadığım. kilise, sinagog ve camilerin dostluğu, herçeşit insan......garip bir enerji hissediyorum orda.....hımmmmm sanırım inanılmaz bir özgürlük bu hissettiğim. korktuğum da bu ya zaten:) hep korkarız mutlu olmaktan:) iyiki koymuşum o fotoğrafı:) ne güzel bir yazı oldu bu.
Sabah yuruyuslerimize geri donmek zamani gelmis muhterem :)
Yorum Gönder