Sabah ala kargaların sesiyle uyandım. Başımın hemen arkasındaki pencereyi açtığımda gün doğmak üzereydi. Kızıl ve turuncunun yavaş yavaş çekilişini ve yerini masmavi bir sabahın alışını an be an seyrettim. Kargalar bu muhteşem manzarada kanat çırpıyor ve herkesi uyandırmak istiyorlardı. Ama bir tek ben uyandım!
Sonra yatağa döndüm. Uykum yoktu, kalkacak gücüm de yoktu. Bütün bir yılın, hatta son birkaç yılın nesi var, nesi yoksa canıma okumuştu ya, ondandı bu yataktan kalkamayış... Zorlamadım kendimi, nasıl olsa kalkacaktım. Ölmedikçe hep düşecek, hep kalkacaktım.
Bir saat sonra, artık gün mavi olmuş ve ala kargalara, yusufcuklar da eklenmişken kalktım yataktan. Pijamalarımı çıkarttım, paçavralarımı geçirdim üzerime. Parmak uçlarıma basa basa indim salona. Bahçeye açılan kepenkleri yavaş yavaş açtım. Sonra da cam kapıyı aralayıp, dışarı çıktım. Serin, temiz, yeşil bir bahçe. Ve ne talihtir ki ağaçlardan biri erguvan!
Mutfağa döndüm, iki dal elma çalısını kaynar suya atıp, bir dilim limon kestim içine. Bu benim köyümün şifalı içeceğidir. Aldım fincanımı, döndüm bahçeye. Suat'ın bahçesi burası. Bana kendi bahçemi düşündüren yeşillik. Dağınık sazlar, ortada öbeklenmiş papirüsler, gece tırtıllarına yenilmiş güller... Kaktüsler ve dut ağacı. Hepsi var. Bir de dünyanın uzak denizlerinden gelmiş üç koca deniz kabuğu...
Rüzgar var. Ama az. Kabuklar misinaların ucunda dönüyorlar; biraz sağa... sonra tekrar sola... Hayat güzel, hiç olmazsa bu sabah, bu bahçede güzel. Dünyada deprem olmuş, birileri ölmüş, savaş var veya trafik... Umurumda değil. Bu bahçeye dışarıdan giriş yok. Ev halkı uyanana kadar benim burası. Umursamazlığımdan utanmıyorum, hatta onu biraz gecikmiş, beni fazlasıyla bekletmiş buluyorum. Sırf bu yüzden sımsıkı sarılıyorum.
Yer, gök yıkılsa bu bahçe yıkılmaz, ben böcek yiyerek, kuyudan gelen suyu içerek yaşarım diye düşlüyorum. Sadece ala kargalar ve yusufcuklar yok artık, hava ısınınca geç kalmış ağustos böcekleri katıldı bahçenin korosuna.
Eksik yok.
Ben tam ve bütün olarak ve tüm varlığımla buradayım.
Bir karga tüy düşürdü masaya. Tüye binip, uçtum zihnimin rüzgarında. Yıl 1979. Karga kovalıyorum kalenin taş basamakları arasında. Ramazan topu patlıyor alaca karanlıkta. Bu ses, bu renk ve kargaların bir mürekkep gibi kızıl mavi göğe dağılışları... Ressam değilim ki ben anlatayım. Üzülüyorum. Tüye binip Suat'ın bahçesine dönüyorum.
Yıl 2011, aylardan Eylül.
Sefil hayatlar, yalnız ve mutsuz insanlar, hastalıklar, ölümler.. Hiç biri yok burada. Kuru sazlarla yükselen duvarlarla ayrılmışım hayattan. Sokaktan geçenleri duyuyor ama anlamıyorum. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımda dünyanın neresinde olduğumu hiç önemsemiyorum. Bildiğim tek şey hala toprağın üzerindeyim. Bu bahçede ölüm de yok, ölümle gelen ayrılık da yok. Ben böyle düşünmek istiyorum.
Aylardan hala Eylül.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder