Victor gideli içimde derin bir kıskançlık var. Benim burada, yaşayamama durumuma karşılık onun orada iki seksen uzanmış, zeytin ağaçlarının altında huzur içinde yatıyor olması gücüme gidiyor. Çünkü ne adam gibi yaşamayı becerebiliyorum, ne de herkesi ve herşeyi s.. tir edip toprağa uzanmayı. Yaşamaya da, en az ölmeye olduğum kadar yeteneksizim!
On yıl önce tanıştığım ve karşılıklı defolarımız yüzünden kaynaşamadığım bir adam bana depresyonda olduğumu bildirmişti uzun bir mektupla. O zaman mektupta yazanları kabullenemeyecek kadar genç ve yeterince burnu sürtülmemiş vaziyette idim. Şimdi, on yıl sonra bir gece yataktan fırlayıp, yahu durur mu acep bu mektuplar diye bakınca ve tabii bulup okuyunca görüyorum ki kesinlikle depresyondayım. Bu yüzden ne yaşıyorum, ne de ölüyorum. Sadece bacaklarımda gittikçe artan hastalıklarla ağrılar içinde bedenimi sürüklüyorum.
Tedavi olmadığım için kendimi bu kadar değersiz ve gözden çıkartılmış hissediyorum. Hani o hep verdiğim örnekte olduğu gibi, evin köpeğinin ağzında iyice hırpalandıktan sonra kenara fırlatılmış terlik gibiyim!
Eğlenmeyi bilmeyen hücrelerime mutlaka yaşamayı, hayattan zevk almayı öğretmem lazım. Yaşamayı beceremezsem öldüğümde ölümün geldiğini anlayamayacağım. Üstelik muhtemelen bitmeyen işler yüzünden zamansız gelmekle suçlayacak ve korku filmlerindeki gibi ışığa falan gidemeyeceğim! Nazmi Hoca der ki "kasılmayı bilmeyen gevşemeyi bilemez." Buradan yola çıkarsak "yaşamayı bilmeyen, ölmeyi bilemez" diyebilirim!
Çok kıskanıyorum Victor seni. O kadar kıskanıyorum ki, sokaklarda, evde, uykuya dalarken durmadan ağlıyorum. Sırf kıskançlığımdan! Yaşarken yaşadığın ve öldüğünde de öldüğün için delice kıskanıyorum seni. Sahi yaşarken kendin için yaşamış mıydın? Yoksa ben birazcık da orada sezdiğim şeye ve aynısının başıma gelmek üzere olduğu gerçeğine mi ağlıyorum?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder