Elbette bunu Pamuk Prenses'in üvey annesi değil, ben soruyorum sevgili erguvanlara. Ve müsadenizle cevabı da ben veriyorum: daha güzeli yok! Evet mor salkımlar, leylaklar, katmerli güller, papatyalar ve yüzlercesi güzellikte yarışıyor... Amma velakin benim için varsa yoksa erguvanlar.
Ne zaman erguvan sever oldum hiç hatırlamıyorum. Muhtemelen lisedeydim. Daha öncesinde sanki hiç erguvan yoktu hayatımda. Oysa şimdi, İstanbul'u sevmek kadar büyük bir tutku erguvanlar.
Her bahar bekliyorum, haftalar öncesinden heyecanlanıyorum. Etrafımdaki herkesi alarma geçirip boğazın etrafında turlayarak sabırsızlanıyorum. Sonra ilk erguvanı görüyorum! Oh be diyorum, bu yıl da gördüm sizi.
İçimde nereye dokunduğunu hala bilmiyorum bu ağacın; belki gizli saklı asalet takıntıma çok yakıştırıyorum rengini, belki hayatın geçiciliğini anlatan kısacık ömürlerinde, daralan zamanı hissediyorum ve hatta kimbilir belki de hala bir umut var diyerek yeniden ve yeniden çiçeklenen dallarına hayranım sadece...
Ne önemi var ki? Seviyorum erguvanları işte.
Dün yaptığımız Boğaz gezisi, benim en başarısız rotamdı. Zira erguvanları görmeye sanki ben çıkmışım gibi, çoğu yerde misafirlerimi unuttum! Onlara bu halim ne kadar yansıdı bilemiyorum ama dilerim abartmamışımdır!
Bol bol Adile Sultan ve Thedora anlattım. Mesire yerlerinden, Venedik gondollarıyla yarışan İstanbul kayıklarından, mehtap gezilerinden, hanende ve sazendelere kurulan sofralardan, kadınların ipekli, şifonlu feracelerinden, yaşmaklarından bahsettim. Yaşanamayan aşklar ve uçu yanık mendiller bölümüne zaman kalmadı.. Aslında buna ne gezide, ne de bende zaman kalmadığı için anlatmadım.
Canım boğaziçi hakkında ne demek isterse onu dedim. Susmak istedim sustum, şımarıklık yapmak istedim yaptım. Hiç profesyonel değildim. Sir - yeni ismiyle Muffin Gurusu - olmasa ne olurdu konuklarımızın hali bilemem:))) Ona buradan sabrı, benim gibi şımarık bir masalcıyı toparlayan varlığı için teşekkür ederim.
Annem mest oldu erguvanları seyrederken. Sırf onu mutlu görmeye değerdi. Sir'in annesi de mutluydu. Annelerimizi gezilerimizden birinden misafir etmek büyük keyifti. Onların zevk aldığı bir iş yapmış olmak çok hoşuma gitti. Şimdi eminim ikisi de Tirilye gezisini iple çekecekler.
Tekrar ağacımıza dönersek, erguvanların arasında dolaşmanın kanımın bir kısmında Rumluk olmasıyla ne kadar ilgisi var gerçekten bilemiyorum. Gerçi kanımda ne var ondan da pek emin değilim ya... Bildiğim tek şey bu ağacın İstanbul'da tam yerini bulduğu. Japonya'ya kiraz çiçekleri ne kadar yakışıyorsa, Boğaziçi'ne de erguvanlar o kadar yakışıyor vesselam.
Keşke bu yüzyılda hala "erguvan şenlikleri" yapılıyor olsaydı ve keşke biz de Japonların Sakura Bayramı gibi Erguvan Bayramı kutlayarak bu güzel ağacın gölgesinde azıcık durup, hayatlarımızı gözden geçirebilseydik... Her yıl önceliklerimizin değişen sıralamasını bu mevsimde, bu ağacın gölgesinde yapabilseydik. Kalan ömrümüzün an be an bizden kopup giden dakikalarında "ah keşkeler" olmadan yaşayabilmek için gücümüzü bu mevsimde toplayabilseydik....
Onu Filistin'den bu topraklara sürükleyen kadere, İsa'yı ölüme - ya da ölümsüzlüğe - götüren havariye, erguvan rengi odalara doğmuş tüm Bizans soylularına selam olsun. Böyle bir mirasın üzerine oturmuş olmaktan ne kadar zevk aldığımı anlatamam. Ama fotoğraftan anlamanız mümkün:)))
Bu gezide yaptığımız önemli bir keşfi de ayrıca paylaşmak isterim: Çocuklarla ve yetişkinlerle yoga yapabileceğimiz harika bir fidanlık buldum. Mayıs ayında bu etkinliği mutlaka hayata geçirmek istiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder