Bize verilmeyen, hiç bilmediğimiz ve o hep özlemini çektiğimiz "şey", her ne ise, onu kendimize nasıl verebiliriz, verebilir miyiz? Mesela huzur. İnsan herkes ve herşeyden bağımsızlaşıp huzur bulabilir mi? Acaba?
Bence her birimizin farklı hasletleri, dolayısıyla da birbirine hiç benzemeyen özlemleri var. Keşke benim annem, babam şöyle olsaydı, şu gibi bir evde doğsaydım, okulum şu olsaydı böyle olmazdım gibi cümleler dost sohbetlerinde sıkça duyulur. Ama anlamsızdır. Asıl olan bu talihsizlik addettiklerimiz değil, onların dışında elde kalanlardır.
Biz çocuklara bir türlü sevemediği matematiği öğretmekte ısrar etmek yerine önce çok başarılı olduğu yolu yürümesine izin vererek güven kazandırır, sonra matematik için hamle yaparız değil mi? Peki konu kendimiz olunca niçin bu kadar zor direksiyona geçmek, kişiye özel bakış açısı geliştirmek? Neden dış sebepleri iyi kılmayan hayata bilenip duruyoruz? Ve bu saçma zaman kaybı yerine neden değişmesi mümkün, bizim değiştirebileceğimiz parçalarla yolu belirlemiyoruz?
Bu tam anlamıyla atalettir. Depresyon, hatta kronik depresyon bile olabilir. Üstelik o çukura tek düşen de biz değiliz. Milyonlarcası düştü ve bir o kadarı da çıktı. Neden çıkanlardan olmayalım? Neden kendi kaderini belirleyebilenler arasında adımız yazılmasın?
Kendi adıma çok farklı evlerden ve yaşamlardan gelen bir anne ve babanın çocuğuyum. Ebeveynlerim birbirlerini beğenerek ve isteyerek evlenmiş ama ortak dil bulmakta uzun süre zorlanmışlar. Her ikisi de fazla hassas olduğundan oklu kirpiler gibi ya canları yanmış ya da çok yalnız hissetmiş, hissettirmişler. Bu ne demek? Benim sevgi alış verişi konusunda zorlanmış bir evim oldu demek. Beni ve kardeşimi çok sevdiler evet ama tam anlamıyla huzurlu sayılmazdı evimiz çünkü ne zaman yükseleceklerini, çarşı pazarın ne vakit karışacağını bilemezdik. Babam aniden parlar, annem de ya bizi alıp odasına çekilir ya da onu daha da kızdıracak birşeyler söylerdi. Sonra çiçekli böcekli barışırlardı elbette ama yaşadığımız sahne orada öylece dururdu.
Yine de bunca zamandan sonra arzuladığım şey sahte bir huzur değil. Kendiliğinden olanı özledim ben. Yine de yaratım için çok didindim. Eşyalara, ortama, renklere odaklanıp, asıl olanın etrafında daireler çizdiğim uzun yıllar yaşadım. Fakat anladım ki bu öyle birşey değildi. Babam da aynısını yapmış ama başaramamıştı; annem için her ayrıntısı ince ince düşünülmüş bir ev tasarlamıştı ama ikisi beraber yaşamaya başladıklarında o dergilere kapak olan ev özledikleri sıcak, huzurlu yuvayı sağlamamıştı...
Yine de iki çocuk yapıp, denediler. Çok kötü bir tablo olduğunu söyleyemem, sadece o filmlerdeki bol bol sarılıp öpüşülen evlerden değildi bizimki. Annenin ve babanın kollarına koştuğun sahneler bizde pek yoktu. Yalnızdık biz, her birimiz. Aradan geçen onca yıldan sonra da seçtiğimiz insanları sevsek bile yalnız hissettirdik. Yanımızda huzur bulamadılar. Olmayanı, bilmediğimizi veremedik.
Fakat şimdi düşünüyorum da aslında bu huzur işi mümkün. Çünkü içsel bir "şey". Tıpkı kasları çalıştırmak, zihne egzersiz yaptırmak gibi.Üstelik denemeye değer. Bacaklarımız yorulunca nasıl soğuk su ile duş alıp dinlendiriyoruz, aynı şeyi zihnimize ve ruhumuza da yapabilir, yeşilliklere, denize uzun uzun bakarak daha berrak bir noktaya geçebiliriz. Ruh kendi içine yerleştikçe, beden gevşer ve o hep özlediğimiz huzur bizde tezahür etmeye başlar. İşte o zaman huzurlu insanları da kendi enerji alanımıza almaya başlarız. Belki o zaman gerçekten sevgi ve huzur adına yeni bir yol oluşur. Olmaz mı? Çok mu uçuyorum yine?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder