Hepimiz mutluluğu aradığımızı söyleriz - ki yalandır, aslında sadece bekleriz-, sonra akşam eve gidip kederli filmler izleriz. Neden?
İnsan acıdan beslenir, ondan.
Fakat acı ve çaresizlik aynı şey değildir; acıdan çıkma olasılığımız vardır; er ya da geç sona ereceğini, erdirebileceğimizi biliriz. Çaresizlik öyle değildir... Sınırlarımızı aşar, bizi kilitler ve anahtarı suya atar!
Çarşamba günü salonda otururken evimin tavana kadar deniz suyuyla dolduğunu hayal ettim. Çırpınmıyor, nefessizlikten korkmuyor, konuşmuyor ve gülmüyordum. Hızlıca yüzeye çıkmak gibi bir derdim, çırpınışım olmadığı gibi kılımı kımıldatmıyordum.
Çünkü bu suları iyi biliyordum. İlk defa geldiğim bir yer değildi, defalarca dönüp dolaşıp yakalandığım duygudaydım. Çaresizdim. Buraların matematiğini bilmek beni daha güçlü yapmıyordu. Kımıldamıyordum çünkü satıh yoktu. Kımıldamama gerek yoktu çünkü yüzeye ulaşsam bile nefes alamayacaktım.
Ölüm yine gelmiş, sevdiğimin arkasından dolanıp, ellerini omuzlarına yerleştirip, gözlerini gözlerime dikmişti.
Enzo ve Jacques havuzun dibindedirler. Bağdaş kurup, karşılıklı otururlar. İkisi de anın eşsizliğini bilerek birbirlerine bakarlar. O gün birlikte yüzeye çıksalarda kısa bir süre sonra Jacques gidecektir. Ait olduğu yere dönecektir. Peki Enzo? Enzo birkaç milyon hücresini havuzun dibindeki anda bırakır. *
Ölüm her defasında bizden bir lokma kopartır. Bazen bedeninimizden, kimi zaman zihnimizden ya da en fenası ruhumuzdan... Birgün ona verecek hiçbir şeyimiz kalmayınca da kalan kırıntıları süpürmeye gelir. Yaşlılar bu yüzden yavaşlar, çok parça kopmuştur onlardan, yaşam azalmış, ölüm çoğalmıştır varlıklarında.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder