Birbirimizin karasularında izinsiz yüzüyoruz nicedir. Ben yüzme biliyorum, sen bilmiyorsun. Ben sudan, boğularak ölmekten çok korkuyorum, sen korkmuyorsun. Hep daha derine dalmak isteyen, çok da korkan iki tuhaf varlığız. Ne yapacağımızı kestiremeden, el yordamıyla anlamlandırmaya çalışıyoruz hayatın işaretlerini.
Sana "anne" diyorum. Seni her çağırışımda, her anne dediğimde sesim eko yapıyor ve gelip tam kalbime çarpıyor. Çünkü sen de bana "anne" diyorsun!
Bir geceden ertesi sabaha yüreğimin odacıklarında yüz çocuk doğuruyorum da, gerçek hayatta sadece senin anne diyen sesin, bazen de keskin sessizliğin uğulduyor kulaklarımda.
Bu derin, adına hayat dedikleri durgun suyun içinde hazineyi arıyoruz. Bazen günlerce, haftalarca süt liman yüzey. Kıyıda piknik yapıp, ağaçların gölgesinde huzurla uyuyoruz. Huzur nedir bilmeyen ruhlarımız hep tetikte olsa da, birkaç küçük an var zihnimizi oracıkta bırakıp gülümsediğimiz. Ama öyle zamanlar var ki, altı üstüne geliyor gölün. Bulanık suyun yeniden berraklaşması aylarımızı, hatta yıllarımızı alıyor.
Yüzlerce metaforla anlatabilirim bağımızı, bağlılığımızı. Yine de en güzeli, en iyi bildiğim yerden yürümek; sınırlı bir oksijenle birbirimizin karasularında dolanan acemi dalgıçlarız o halde. Bu derin gölden ya birlikte çıkacağız ya da bir sonraki karşılaşmamıza kadar iç sularımızda bol bol su yutacağız. Seçim bizim. Benim tek başıma karar vermem yetmiyor. Bunu biliyorum.
Kalın elbiseler giyiyor ve tekinsiz derinliklerde geziniyoruz. Yosun tarlalarında göz göze geldiğimizde, kısacık da olsa anlar gibi oluyoruz birbirimizi. Dizine tırmanmış bir ahtapotu şefkatle severken gördüğüm sen, aynı yumuşaklığı ayaklarının dibinde dolaşan yengeçten esirgiyorsun. Kafam karışıyor.
Sevginin ve korkunun belirsiz sınırında seni seyrediyorum.
İkimizde sırtımızdaki tüplerde an be an azalan bir hava olduğunu gayet iyi biliyoruz. Uzun süre gölün dibinde kalamayız. Birgün aradığımızı bulsak da bulmasak da yukarı çıkmamız gerekecek. Neden zamanı iyi kullanamadığımızı hiç anlayamıyorum.
Derindeyiz o sabah. Suyun ritmine kapılmış dans eden yosunların ardından seni izliyorum. Mevsim kış. Bu göl donarsa ikimizde altında kalacağız. Hadi çıkalım diyorum sana. Ama kımıldamıyorsun, taş gibi bakışların. Belli ki dizindeki ahtapota olan merhametini ayaklarının dibindeki yengeçten esirgeyeceksin.
Kendini dalgıç sanan bir yengecim ben; sen kıskacıma basınca anladım...
Uyandım!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder