21 Şubat 2016 Pazar

KOŞ COŞ EĞLEN


 
 
Son dört ayın en güzel gününü yaşadım bugün. Nasıl iyi geldi... Oy oy oy. Anlatması zor. Ama deneyeceğim.
Öncelikle ilk tepkim "Hayırrrrrr!!!" oldu. Koşmak mı? Ben mi? Uleyn, benim koşmam demek belimin, dizimin zorlanması demek. Ayrıca kapladığım alanı düşünürsek pek estetik de sayılmaz. Yok yok, koşamam dediiim ama sonra kuzu kuzu kaydımı yaptırdım. Sözde antreman yapacaktık ancak o da kısmen başarılabildi. Veee olurdu olmazdı, yok yağmur yağacak falan  derken koşacağımız gün geldi.
Ta ta ta ta....
 
Dün akşam mızıl mızıl söyleniyordum. Mis gibi ortamdan kalk, istediğin kadar içemeden yatağa kon! Neymiş ertesi gün koşulacakmış!!!
 
 
Sabah da böyle uyandım. Tayt falan giyince üşüyeceğimi düşünüp önce ona bir posta homurdandım. Üzerine pamuklu bir eşofman daha giydim. Başladım Bingül'ü beklemeye. Mod huysuz cüce modu!
 
Geldi araba.
E mecburen bindim! Baltalar elimizde uzun ip belimizde biz gideriz ormana hey ormanaaa şarkısını(!) söyleyemeden Belgrad Ormanı'na vardık. Şarkı söyleyemedim, zira Bingül asla izin vermiyor! Oysa ben onu hep destekliyorum..
Alman kaçmış içine:))) Ayrıca yol kısa sürdü, ona da uyuz oldum!
 
Sıranın bize gelmesini beklerken Eda, Leyla ve Altuğ ile de sohbet ettik. Kızların orada olması günümü ne kadar güzelleştirdi bilen bilir. Prensesler yanımdaysa koşarım da  zıplarım da! Bir ara Bingül'le portakallar yedik. Biraz serindi hava ama tam koşacağımız saat yaklaşırken güneş yüzünü göstermeye başladı. Şanslı mıydık ne?
 
 
Sonrası mı?
İnanılmazdı... Hayatımda, çocukluğum da dahil olmak üzere çok nadir koşmuşumdur. Hani ondan bundan kaçarken falan belki.
Şu yaşımda fark ettim ki koşmak, hele ki bir ormanda koşmak, ben büyük bir kısmını yürümüş olsam da, efsane bir eylemmiş.
 
Vay arkadaş, kimse bana, koşarken yoldan başka şeye dikkatini veremezsin, duyduğun tek şey kendi soluğun ve çalı çırpının sesi olur dememişti. Hiç kimse ormanın, ağaçların arasında kendimi minicik hissettiğimde zerre kadar korkmak bir yana, şen çocuklar gibi hoplayıp zıplamak arzusuna tutulacağımı da söylememişti.
 
Geride kaldığımda kulağımı dolduran sessizlik, Bingül önümde yürürken onun ardı sıra izlediğim patikalar ve neredeyse hiç konuşmadan bir meditasyonda nefes izler gibi bayrakları takip etmek! Çamurlu rampalarda, adeta bir çikolatalı pastanın üzerindeki süs gibi vıcık vıcık kaymak... Tam düşecekken ağaçlara tutunmak.
 
Çok iyi geldi. Bedenimin yepisyeni bir mutlu olma yolu keşfetmesine çok sevindim. Aklım çözüldü, nefesim aktı ve en önemlisi ne iyi ne de kötü bir şey düşünemedim. Kafamın farklı bir kısmı devreye girdi ve bu bana çok iyi geldi.
Son zamanlarda uzun yürüyüşlerle epeyce sakinleşmiştim. Açıkçası bu hızlı toparlanmaya çok şaşırmıştım. Fakat görülen o ki, fiziksel aktivitenin bedende salgıladığı hormonlar hakkında daha çok okumalıyım. Fiziksel aktivite insanın kimyasını, dolayısıyla ruh durumunu inanılmaz değiştiriyor. Kendimizi mutlu ve mutsuz etmek üzerine bu kadar cahil ve inatçı olmamız ne yazık. Oysa mutluluk sınırlar zorlandığında elde edilebiliyor. Kolaycılara mutluluk yok hayatta. Suat'ın dediği gibi "kenarda durup, ortadan yemek yoook!"
 
 
Adam niye koşmasaydım yazamazdım demiş anladım üstadım. Kafayı misler gibi boşaltıyor ki, yazmak istediklerini kurgulamaya yer açılsın. Annadık mı???
 
Bundan sonra ne olur bilinmez ancak bahardaki dans kursuna kadar bir İznik koşusu var önümde. Yaza da havuz kaydı yaptırdım mı, oh, işte mutluluk budur!
 
 
 
 
 
 
 
 
 

1 yorum:

Jasmin dedi ki...

https://en.m.wikipedia.org/wiki/Biophilia_hypothesis


Biophilia effect... Clemens G. Arvay'in cok güzel bir kiabi. Türkce veya ingilizcesini bulamadim simdi, ama belki arastirip bulursun.
Ormanin bagisiklik sistemimizle baglantisini konu ediyor.