Belki anlatmışımdır daha önce, eğer öyleyse kusuruma bakmayın malum kafa gidip gelmekte. Bugün ülkemde yer yerinden oynarken birkez daha ırkçılık, ayrımcılık, sınıf farkı, kibir nedir bilmeyen bir ailede büyüdüğüm için, beni en sevdiğim kitabın sonundaki küçük Kırmızı Balık olduğuma inandıracak kadar hayal gücü zengin, yaratıcı bir eve düştüğüm için "oh!" dedim içimden, şükürler olsun ki ailemde cani yok, kendi gibi düşünmeyeni kesen, döven, eğitimini, cemaatini sevmediğini iten kakan bir anne, babayla büyümedim. İşin doğrusu bir babayla da büyümedim ama giderken avucuma hayatımın ana hatlarını bırakan bir babaydı benim ki.
Bugün en çaresiz günlerimde ellerimi açtığımda içinde minicik kırmızı bir balık çırpınıyorsa ve hala ocağıma düşmeyen ateşin sıcaklıyla yanabiliyorsam babamın duyarlı, yumuşak kalbindendir.
Akşam eve geldiğinde dört ayak üzerine çökerdi babam. Genellikle ya geç gelir ya da gelmezdi. Bu yüzden evdeyse eğer kardeşimle benim eşeğimiz olurdu. Kardeşim sırtına binerdi, ben de kravatından çekerek masanın etrafında dolaştırırdım. Sonra kitap okuma bölümüne geçilirdi. İlk kitabım Samed Behrengi'nin Küçük Karabalık hikayesidir. Annemin anlattığına göre o kadar çok okutmuşum ki bu kitabı sonunda satır satır ezberlemiş, sanki okuyormuşum gibi doğru yerde diğer sayfaya geçmeye başlamışım! Görenler hayret edermiş, üç olsa olsa dört yaşındaki velet nasıl da okuyor diye. Ben de bozuntuya vermez, devam edermişim! Klasik ben işte!
Karabalık benim kahramanımdır. Onu Doğu'nun aydınlık yüzü diye severim. Behrengi o kadar güzel anlatır ki sevgiyi, kahramanlığı ve yoksulluğu, insan "hayatımda sevgi olsun da, varsın kuru ekmek geçsin boğazımdan" demek ister. Kelimeler sıcacık, gerçek ve dosdoğru kalpten kalbe yazılmıştır. Bu yüzden mesaj doğruca, ok gibi girer insanın yüreğine.
Neden bilmem, daha çocukken belki sırf bu yüzden tiksinmişimdir paraya eğilenlerden. İnsan illa eğilecekse, sevgiye eğilmelidir zannımca:)
Bugün çok düşündüm Behrengi'nin kitaplarını. Sevgi Masalı, Kargalar, Püsküllü Deve bir bir geçti kalbimden. Galiba sebebi bu sabah melekler kadar masum bir çocuğun öte tarafa gittiği haberine uyanışımdı. Behrengi'nin masallarındaki gibi ince bedenli, kara gözlü, daha yaşayacak çok şeyi olan bir çocuk!
İçime sindiremedim. Yiyemedim, içemedim, nefes bile alamadım ... Birşey olmamış gibi spora gidip, çeviri düzeltip, ortalıkta dolanamadım. Aklımla yüreğim arasında sıkışarak dolandım! Anası, babası için içim acıdı. Orada, o meydanda benim kardeşim de vardı, dostlarım vardı... Onları koruyan kader, şans, fotoğraflardan kocaman kocaman gözleriyle bana bakan çocuk için neredeydi? Keşke onu da koruyup kollayabilseydi...
Bu yüzden senden bir kez daha nefret ettim! Mis gibi kokunla başımı döndürsen, bana müjdelerle, doğumgünü pastalarından dilimlerle ve yüzlerce laleleyle de gelsen seni sevmiyorum Mart!
Benden söke söke aldıklarının yanında verdiklerini gözüm görmüyor artık. Hele şu son yaptığın; ülkeme dair inancımı yerle bir edişin var ya, artık aramızın düzelmesi çok zor. İnan bu yıl kötü bir söz söylemeyecektim sana ama inan çok şansını zorluyorsun.
Çabuk git Mart, yoksa fena olacak!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder