15 Mart 2014 Cumartesi

GİDELİM GÖKSU'YA...

İnsanı, insan hissettiren ve aynı zamanda insanlıktan çıkartan bir şehirde yaşamak zaten ruhsal dengesini korumakta zorlanan ben ve benim gibiler için pek zor! İstanbul akıllara zarar bir şehirdir, bilen bilir. Birkaç yıl önce fotoğrafçı arkadaşımla haftalarca, aylarca sokak sokak gezerken o kadar keyif almıştım ki, aklıma geldikçe özlüyorum. Başka ülkelere gitmek için her fırsatı değerlendiren bizler, ne yazık ki kendi vatanımızdaki zenginlik hakkında okumuyor, öğrenmiyoruz. Merak etmiyoruz. Oysa şehir içinde şehir, zaman içinde zamandır İstanbul. Ne kadar gezip tozsan da "tamam, bildim ben seni" diyemezsin. Öylesine görkemli, öylesine sınırsızdır ki bütün zamanlarıyla kavranmaz, kavranamaz. Bu yüzden de eşsizdir.


Dün Göksu'daydım. Kanlıca'da yoğurt molası verdikten sonra şarkılara, şiirlere sızan Göksu Deresi kıyısında dolandım. Önce masmavi sular, ardından bu küçücük dere derken, haftanın sıkıntısı yavaş yavaş el ayak çekti omuzlarımdan. Çiçeklenen ağaçlar, oyuncu kediler, miss gibi kokan kahvelerle hayat yeniden anlam kazandı. Zaten hayat aslında hep anlamlı; toprağın altındakilerle ve üstündekilerle....

İstanbul Mart ayında hamileliğinin son ayındaki kadın gibidir. Dengesizdir. Bir güneş açar, bir de bakmışsınız sokakları sel götürmüş. Bir sabah poyraza uyanırsınız, ertesi sabah lodosa! Fakat buna değer, zira doğacak olan ay Nisan'dır! Bana göre mevsimlerin ecesi, kentlerin kraliçesinin tacıdır.

Erguvanlar İstanbul'un mührü gibidir. Boğazı asil mavi bir kan olsa, erguvanlar bu soylu kentin pelerinidir. Hayal gücünüze zamanda yolculuk izni verirseniz, gözlerinizi kapatıp şerbet ve gülsuyu kokusunu içinize çekip, damağınızda gül lokumunu hissedebilirsiniz. Mangalda pişen kahveler, kayıklardan yükselen sazlar ve geceyi bekleyen bülbüller sizi sarıp sarmalar... 
Hisarın önünden boğazın sularına bakarken Yıldırım Beyazıd acaba nasıl biriydi diye merak edersiniz. Bir an için onun gözleriyle karşı kıyıyı görmeye çalışır ve heyecanlanırsınız. Yan yana sıralanmış yalılar, o yalılarda derdini, neşesini sulara anlatan insanlar bir bir hayat bulur hayallerinizde.

Mesela ben gerçekten çok imrenirim sabah uyanınca balkona değil de, rıhtıma çıkan insanlara! Kedileri değil de balıkları besleyenlere! Gözlerimi kapatırım ve sabah serininde boğazda uyanmışım da, elimde kahvemle rıhtıma çıkmışım düşü görürüm:)

Göksu, bugün de güzel. Hasan Usta'nın Çömlek Atölyesi'nde hala üretim var. Mis gibi kahve pişiren cafeler de var. Belki mehtaba çıkmak için süslü püslü sandallar yok ama isterseniz tekne kiralamak mümkün.

Kısacası baharda Göksu'ya, Kanlıca'ya uzanmak şart. Ezasını çektiğimiz şehrin, sefası için bu mevsimi doyasıya yaşamak lazım zannımca:)

Hiç yorum yok: