30 Ağustos 2013 Cuma

ARAZİDEKİ MEZARLAR

Bu haftanın önemli bir kısmını, neredeyse tamamını arazide geçirdim. Oysa yıllık planda pirelerle birlikte pirefabrikte yaşamam hesaplanmıştı! Antropolog ve adli tıp uzmanlarımızın yardıma ihtiyacı olunca, yaklaşmakta olduğu varsayılan yağmur da işe eklenince bendeniz çıktım pirefabriğimden, düştüm arazi yollarına.
 
Aslında özlemişim. Yeniden güneşin ilk ışıklarıyla ısınmak, sabahın erken saatinde toprağın kokusunu hissetmek hoşuma gitti. Mezar kazmak arazide en sevdiğim iş olmasa da, içimin bana gizli odalarında hastalıklı olan parçalarımdan bir kısmının iyileştiğini görmek çok güzeldi. İlk kez mezar kazdığımda aylarca toparlanamamış, artık doktora gitmeliyim noktasına gelmiştim. Oysa bu defa kendimi çok daha güçlü ve empatinin b..kunu çıkarmamış görmek rahatlattı.
 
Ortalama bin yıllık bir mezarı açarken antropologların ve arkeologların uzun uzun düşünecek, hislenecek zamanları yoktur aslında. Açılan mezar hızlıca ve elbette dikkatlice kaldırılmalıdır. Bizim arazide pek öyle olmadı. Zira bir belgesel çekimine tanıtım filmi yapılacağı için iskeletlerimizi iyice temizledik ve önce onlar çekim yaptı, sonra biz kaldırdık.
 
Zamanımız dar, işimiz zordu. Toprak ıslak pudra gibi sıkışmış, kemikler kireçtaşından ayrılamayacak kadar yumuşamıştı. Efsanelerdeki gibi uzamış saçlar ve tırnaklar yoktu ama yaşları ortalama üç-on arası değişen ve sayısı onu aşkın çocuk mezarı ellerimizin altındaydı. Düşünmemeye gayret ettim. Ama minicik kollar, kaburgaların altına saklanmış minyatür parmak kemikleri yüreğimi sıkıştırdı. Göz çukurlarına bakmamaya, onu hasta ve aç bir halde annesinin kucağında hissetmemeye özen gösterdim. Çocuğun kemiklerinden çok onu o daracık, küçücük çukura bırakmak zorunda kalan annenin bin yıllık acısına içlendim.
 
Alanın kuzeyinde annesinin bacakları arasında yatan çocuktan hiç bahsetmeyeceğim. Zira o mezarı kazmamak bana şans gibi geldi. Aşıklı höyük'deki ilk mezarımda bir anne bebekti. Bebek cenin pozisyonunda annenin karın bölgesine yerleştirilmişti. Ellerim titreyerek kazdığımı hatırlıyorum. Bana çok zor gelmişti.
 
Demek büyümek böyle bir şey; insanın kalbi soğuyor, acıları sadeleşiyor. Uzak geçmiş daha da uzaklaşırken ve o hep hayal edilen geleceğin gelip gelmeyeceğinin bilinci bir kale burcu gibi yükselirken, an, içinde bulunulan an her gün daha anlamlı oluyor.
 
Mezarımı özenle açtım. Toplarken aynı incelikte olamadım. dar zaman beni yendi ve ne yazık ki pek çok kemiğin çıt diye kırılıp elimde kalışını üzülerek izledim. Yine de dar zamanı suçlamak istemem. Kabahati bölüşmek lazım. Belki de ben artık tükenmiştim ve bitsin istedim.
 
Bir sonraki adımda bu mezarlar incelenecek, onca küçük insan neden ölmüş bir fikrimiz olacak. kimbilir belki bazılarının yüzü etlendirilecek.. Yüzyılların ardından bize bakabilecekler.
Garip işler bunlar.
 
İşte bunların hepsi bilim:))
 
 

Hiç yorum yok: