28 Ağustos 2013 Çarşamba

PANDORA'NIN KUTUSU VOL I

İki gündür arazideyim. Fiziksel olarak yorulmak ve güneşten rahatsız olmak bir yana, evdeki işlerin aksıyor olmasından çok huzursuzum. Arkeolojik kazılarda farklı disiplinlerden ekiplerin yer alması dışında ana ekip genellikle ev ve arazi çalışanları olarak ikiye ayrılır. Evde çalışanlar araziden çıkan malzemenin temizlenmesi, tasnif edilmesi ve uzmanlarca çalışılabilir hale gelmesi için emek harcarlar. Ev, bir anlamda arkeolojinin mutfağıdır diyebiliriz. Arazi ise mutfağa gelecek malzemenin madenidir. Bu yüzden arkeoloji denilince herkesin içindeki maceracı ruh hareketlenir ve hiçbir öğrenci evde kalmak istemez. Evde çalışmak neredeyse cezalandırılmak ya da beceriksizlikle eş değerdir.

Ben iki senedir evde çalışıyorum. Geçen yıla göre çok daha konforlu bir çalışma alanım varsa da elbette hiçbir zaman arazide çalışmanın hazzını yakalıyamıyorum. Neden derseniz ev daima insanın dikkatini dağıtan türlü uyarıcıyla doludur. Maillerinize bakarsınız, telefonunuz çalar, evdeki temizlikçi kadınlar manasız gürültülerle ortalıkta dolanır ve daha neler neler... 

Ev ekibi, arazi ekibine göre daha konforuna düşkün ve sorun yaratmaya meyillidir. Kahveler, çaylar, uzun duş saatleri evde çalışmanın avantajlarıdır. Tabii herkes bu avantajları kullanmaz, bazıları sanki arazideymişcesine amele gibi çalışır! Kimileri de hoca etraftaysa ya da arazi ekibi dönmüşse ve evin diğer çalışanları paydos etmişse işgüzarlığından çalışırmış gibi yapar! Görürsün, susarsın, acaba bir zaman gelir ve görmesi gerekenler de görür mü diye mırıldanarak iç geçirirsin.

Kazı ortamı genellikle sinir bozucu ve yorucudur. Kimin ne kadar arızası varsa yavaş yavaş ortaya çıkar. Kazı başkanlarına sayıp söven, "bak ona neler yapacağım, ne soruşturmalar açılacak hakkında diyen" temsilciler, kuyruklarını bacakları arasına kısıp gider. "Gelemem ben kişilik haklarımın çiğnenmesine!" diye esip gürleyen öğrenci, hocaları yalayıp yutmaya başlar... Alan dar, yemekler sıkıcı, odanız kalabalıktır. Bütün bu riyakarlıklardan, ruhunuzu sıkan patırtıdan kaçacak yeriniz yoktur. Duşta, tuvalette bile yalnız kalamazsınız.

Elbette her an yüksek gerilim olmaz, çok güldüğümüz zamanlar, orta okul yıllarına dönmüşcesine basit şakalarla birbirimize takıldığımız günler de yaşanır. Yine de sakın ola ki bir kazıda kendinizi emniyette hissetmeyin, huzuru yakaladım dediğiniz an, huzursuzluğa kapı açtığınız dakikadır.

Oysa arazide sadece siz varsınız! Siz ve önünüzdeki açma/mezar. Gerisi kocaman bir boşluk. Eve dönene kadar özgürsünüz. İstediğiniz kadar düşünebilir, hatta düşünmeyip sadece ve sadece çalışmanın tadına varabilirsiniz. 

Arazi ekibi koşullardan kaynaklı olsa gerek, birbirine daha bağlıdır. Kolay kolay sinirlenmez, saçma şeylere olay yaratmazlar. Zaten hava sıcak, çalışma şartları zordur. Olan ve değiştirilemeyecek koşulları daha da zorlaştırmanın da anlamı yoktur.


Arkeoloji güzeldir. Ama filmlerki gibi adrenalin pompalanan bir yer değildir kazı evleri ve arazi işleri. Her yerdeki gibi birbirinin üzerine basmak isteyenler ve işine odaklananlar burada da mevcuttur. İnsana dair büyük resimde ne varsa, kazı evlerinde de aynen görülür. En sıkı dostluklar ve en pis hesaplaşmalar bu dar alanlarda yaşanır. İnsanın sadece geçmiş zamanları değil, daha çok kendini tanıdığı, sabır ve affediciliğinin sınırlarında misket oynadığı bir tür çift yollu yolculuktur arkeoloji: bir şerit içeri, bir şerit dışarı. İnsan sadece çapa salladığı arkeolojik alanın değil, kendi geçmişinin de izlerine rastlar derinlere indikçe..

Abarttığımı düşünenler olacaktır ya, bence hayatın küçük bir özetidir kazıevleri; iyi ve kötü polisimiz, tanrımız, hatta tanrıcıklarımız ve dolayısıyla bir panteonumuz, meleklerimiz ve şeytanlarımızla gezegenden kopuk, birkaç aylığına galakside kaybolduğumuz yerlerdir.

İnsanın her sezon bilim insanı olmaya tutkuyla bağlandığı ve sezon sonunda insandan soğuduğu alanlardır. Benim için hep bir adım ötemde,  aşık aşık bakan sevgili oldu arkeoloji. Ona ne zaman yaklaşsam, uzaklaştı. Nazlandı. Ne mi oldu? Bir gün canıma tek etti, s.. tiri çektim! Değil gözümün içine bakmak, elini daldırıp kalbini sökse, çıkartıp verse olmadı artık. Vazgeçmiştim! Hayde!!

Araladım kutuyu, döktüm kötüyü. Eski bir arkeologun iç dökümünü okudunuz sayın dostum, hadi iyi geceler:)

Hiç yorum yok: