Haklıydı, uzamıyordu bıyıkları, saçlarını da boyatmasına gerek yoktu. Aslında, sadece uzun bir uykuya yatma zamanı gelmişti. "Rahatça uzansanız ve yormasanız kendinizi" dedim. "Yorulmuyorum ki, aksine anlatmak istiyorum sana. Bayramda gelmediğin için anlatamadığım bazı şeyler var" dedi.
Gülümsedim, kızmadım. Hatta gücenmedim bile, çünkü bizim ailenin bütün kadınları sivri dillidir; yaşlı, genç, hasta ya da sağlıklı olmamız bu huyumuzu değiştiremiyor maalesef...
Çocukluğumun en önemli mekanlarından birindeyim; dedemin kardeşinin evinde. Yatakta uzanmış ve bana birşeyler anlatmak için sabırsızlanan yaşlı kadın Mehmet dedenin eşi. Ölüyor. Ve ben, burada olmam gerektiği için geldim. Bu ruhumu sıkan ev ve aileye dair hatırladıklarımı birkaç cümleye sığdırabilirim aslında : Sallanan sandalye, loş odalar, yedi cücelerin porselen bibloları, Cemile Hanım'ın altın ve inci kolyeleri, kızıl saçları... Hepsi bu.
Küçükken beni sevdiklerini, hoş tuttuklarını anımsıyorum ama ilerleyen yıllarda iyice çıktık birbirimizin hayatından... Kalbinden... Görünce "nasılsınız? " demek dışında derin hisler beslemez oldum bu yaşlı kadına ve ailesine karşı. Şimdi, yatağında öylece uzanmış, bana bakıyor. Onu dinlememi istiyor. Ben? İsteksizim! Yine de, çaresiz susuyorum. Çünkü Melek Hanım'ın torunu olmak ağırbaşlı ve saygılı davranmayı gerektiriyor.
Uzun uzun anlatıyor, yorulunca susup biraz dinleniyor. O konuşurken ben babaannemi özlüyorum, bazen ne kadar anımsatıyor onu... Dudakları kupkuru; Cemile Hanım'ı ilk kez rujsuz görüyorum. Kızıl saçlarının yerinde ise yeller esmekte. Bembeyaz olmuş kafası! Anlattıklarının çoğu, dahil olamadığım zamanlardan ve elbette hiç hatırlamadığım olaylar. Anın çok özel olması dışında, içim inanılmaz derecede sakin ve bomboş. Buzdan bir duvar gibiyim. Kendi soğukluğumdan üşüyorum. Ellerini tutuyorum. Bu temastan mavi damarlar ve çiller bulaşıyor ellerime... Aklıma babaannem geliyor. Ya da o hiç aklımdan çıkmıyor... Çok güzel elleri vardı diye düşünüyorum... İçimde akan buz gibi kan da onun hediyesi bana, babaannem sevmezdi bu zavallı ihtiyarı. Onun için kötü söz de söylemezdi fakat biliyorum ki sevmezdi. İkisini hiç tatlı tatlı sohbet ederken anımsamıyorum. Daima bir mesafe vardı aralarında. Cemile Hanım, babaannemlerde resmi bir misafir, bir komşu hanım gibi ağırlanırdı.
Tanıdığım en görkemli kadınlardan biriyle de böyle vedalaşıyorum; kafam inanılmaz karışık ve hayatım sezgilerime teslim olmaya çalışırken... Ölüm ilk kez ağzımı sulandırıyor. İmreniyorum. Artık canı yanmayacağı için, kimseden bir isteği kalmadığı için, gözleri pencerede öylece sevdiklerini beklemeyeceği için, uykusuz saatlerle savaşmayacağı için delice kıskanıyorum onu. Belki sırf bu yüzden susuyorum; kıskançlığımdan!
Neyse, yaşamak ve devam etmek zorunda olmayan, hayatla hesabı kesilmiş bu yaşlı kadını dün gece paketleyip aile toprağımıza götürdüler. Oysa son görüşmemizde bana "Söylesene sence yürüyebilir miyim, tekrar dışarı çıkabilecek miyim? "demişti. Bende ona "elbette çıkacaksınız, bayrama kadar geçer bu şişlikler" demiştim. Kendim bile inanmadım söylediğime ama ona ihtiyacı olanı verdim, hayatın benden köşe bucak sakladığını ben ona bir cümleyle verdim gitti: Umut!
Bugün onu gömdüler. Ben orada değildim. Kendimizi ait hissetmediğimiz bir törene katılmamayı tercih ettik. Yine de içimden birkaç cümle fısıldadım ona. Çünkü O, ailemizin güllere gümre olan son kadınıydı! Ne halamın ne de kuzenlerimin oraya gömülmek isteyeceklerini sanmıyorum. Ben de istemiyorum.
Bu ölüm için hiç ağlamadım. Yaşanmış uzun bir hayatın sona ermesi beni hiç üzmedi. Hatta onun, o karanlık evdeki terk edilmişliğini içimde hissettikçe, yukarıdakinin geç bile kaldığını düşündüm. Sahi kendisi bugüne kadar hangi olayda iyi zamanlama yapmıştı ki?
Hoşçakalın Cemile Hanım, babaanneme benden çok selam söyleyin. Bana biraz yaşama hırsı yollasın oralardan, azıcık da şans rica ediyorum. Ah bir de şunu söyleyin lütfen, onun nasihatını dinleyip, "kan içip, kızılcık şerbeti içtim" diyorum!
2 yorum:
Güzel bir veda olduğunu hissettim. Ne olursa olsun, Cemile hanım ile arada geçen, yaşanan, hissedilenlere, mesafelere rağmen belki de tüm bunlardan başka bir sebep gibi nedense içim, vedalaşmayı öğrendiğini söylüyor..Haddim olmayarak...
Evet öğrendim. Vedaların her zaman bir felaket olmadıgını ve kendi içinde bambaşka bir iyilik barındırdığını nihayet kavrayabildim. Artık gidenlere öfke duymuyorum, zamanı gelmiş olmalı diyorum sadece.
Yorum Gönder