30 Nisan 2012 Pazartesi

KÜÇÜK KARABALIK ANAOKULU KOŞUYOLU ADRESİNDE NELER OLMAKTA?

İKİ YIL ÖNCE DERS VERMEYE BAŞLADIĞIM KÜÇÜK KARABALIK'LA İLGİLİ ZAMAN ZAMAN ÇOCUKLARLA YAŞADIKLARIMDAN VE DERSLERDE OLAN KOMİK OLAYLARDAN BAHSETTİM. ZEYNEP'İN HALİNİ, MERT'İ, CAN YAZ'I... HEPSİNİ TEK TEK OLMASA DA ÇOĞUNU ANLATTIM. BİR AY SONRA DERSLERİM BİTTİĞİNDE BU "VELİ İNSİYATİFLİ", - ÖĞRETMEN İNSİYATİFSİZ -  OKULDAN BANA NASIL DUYGULAR KALDI HEPSİNİ YAZACAĞIM.
TAM BİR AY SONRA İSTANBUL'UN GÖBEĞİNDEKİ BU "VELİ İNSİYATİFLİ" MONTESSORİ OKULUNU BENDEN OKUMAK İSTERSENİZ BEKLERİM.

VITITO

Bütün gün benimleydin. Çiçeklere, ağaçlara birlikte baktık. Okaliptüs yaprağını beraber koklayıp, ezilmiş, sararmış  zencefil yapraklarına beraber dokunduk. İlk kez gördüğüm otları hoca anlatıyordu anlatmasına ama sen hep kulağıma eğilip "şarkıları da var Elvan" dedin. Ben soluma dönüp gülümsedim. Seni solumda, sol yanım gibi yakin hisettim.
"Bu yolculukta birlikte olmalıydık" dedim. "İşte buradayım, birlikteyiz" dedin.
Birlikteyiz değil mi? Öpüyorum seni!

KENDİNLE KALIRSIN...

29 Nisan 2012 Pazar

YERYÜZÜ İLE KONUŞMA SANATI

Yeni kitaplarımdan bir tanesi bu: YERYÜZÜ İLE KONUŞMA SANATI. İyice sapıttığım için aynı anda bir kaç  kitabı okuyorum. Her birinin içinde kalemler var ve tahmin ettiğiniz üzere pek çok cümlenin altını çiziyorum. Çünkü ders kitabı gibiler! Gecikmiş ders kitaplarımı okuyorum bir anlamda.
4+4+4+4+4+4 ile boğuşacağımıza, çocukları tinerci mi, yoksa dindar mı yapacağız diye onlar adına kararlar alacağımıza keşke yolculuklarında rehber olacak kitaplarla eğitsek, eğitimin içeriğini tartışsak... Doğaya, kendi varlıklarına saygılarını arttırsak.. Keşke..
Herkes benim kadar geç mi kalır yoksa benim için tam da zamanı mıdır bu soruları sormanın bilemem. Ama tam da okumak istediğim şeyleri okuyorum. İçinde yaşadığım gezegenin bir parçasıysam eğer onu anlamaya çaışıyorum. Pek çok şey ilgimi çekiyor. Bitkiler, yıldızlar, taşlar, mevsimler..Kendim!
Sonuç olarak bugün bitkilerle ilgili merakımda bir adım daha atıyorum; az sonra tramvaya bineceğim ve Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi'ndeki fitoterapi eğitiminin bir parçası olacağım. gelin derdim ama kayıtlar doldu :(

28 Nisan 2012 Cumartesi

KRUPS & DİĞERLERİ..

Kadının birine sormuşlar, "bir adaya düşseniz yanınıza neler alırdınız? Ama üç şey seçmelisiniz..." Kadın cevap vermiş: "kahve makinam( tabii kahve ve süt stoklarıyla beraber), kitaplarım ve Nazlı Hoca!"
Neden? Hepsi lazım, hepsi hayati! Bir kere kahve olmazsa zaten yarı ölü sayılırım ki, bu durumda adada da olsam, Moda'da da olsam umurum değil. Ha bir de kahve olmazsa kitaplara gerek yok, zira okuduğumu anlamam! Nazlı Hoca'ya gelince... kahve makinam ve kitaplarımla vahşi doğada hiç şansım kalmaz ama hocam beni korur ve bana kendimi korumayı öğretir.
Hoca önemli arkadaşlar. Osho'nun kaplan-keçi örneği beni çok etkiledi dün gece. O yüzden yeni kitaplarımı okur ve  kahve makinamı kutlarken, Nazlı Hoca'dan da bahsetmek istedim.
Önce Krups'dan bahsedeyim. Vallahi makina olmuş. Benim emektarın yarattığı lezzete bağımlılığım var idi ya, buna da kolay alışacağım besbelli. Bizim çocuklar da sevecek bence. Yalnız biraz gürültücü. Mutfakta neler oluyor dedirtiyor insana. Fakat misss gibi kokular yayılmaya başlayınca tıkarım kulaklarımı olur biter. Di mi ya? Biraz anlayışlı olmalı şu hayatta:)
Kitaplarıma gelince... Bir kısmını ashrama bağışlamıştım geçen yıllarda, bir kısmını da apartman görevlisinin çocuklarına vermiştim. İyi de ettim kendimce. Her şey yerini buluyor hayatta... Huzursuz ruhlarımızdan gayrı.
Neyse konuyu dağıtmayalım. Gelelim Nazlı Hoca'ya. Kendisi bizim ashramın esas kadınıdır. İlk gördüğüm günden beri saygıyla karışık çekinirim kendisinden. Rahatlığı, açık sözlülüğü doz aşımı gibi gelir bana. Ya da gelirdi demeliyim. Çünkü tanıdıkça - kendimi ve onu- ve sevgim arttıkça anlamaya başladım ki benim doz aşımı sandığım her söz ve davranış bana değil, bunları kafama sokan topluma ait. Bu öğrenilmiş kalıpları kenara bırakınca sevdiği adam ve inandığı hayat için canıyla, ruhuyla çalışan, günden güne parlayan bir kadın kalıyor geriye! Bu bir doz aşımı ise Allah herkese nasip etsin tez zamanda!
Hoca önemli. Benim akademik kariyer yapamayışımın sebebidir hocasızlık. Ya da arkasına saklanıp, yan çizişimin sebebi..
Hoca insana biraz kendini, biraz hayatı öğretmeli. Hoca bilgiye doğru değil, bilmeye doğru itmeli. Keşfetme arzusu yaratmalı. Heyecanlandırmalı. Yapamam sözcüğünü sözlüklerden attırmalı. Hoca ölümün kıyısında insanın elinden tutmalı, yüzünü güldürmeli. Kendini keçi zanneden aslanın hikayesindeki gibi gölün yüzeyinde suretine baktırmalı, et tattırmalı. Özüyle buluşmak için çaresizce çırpınan öğrencisini durdurmalı. Dinginliğin sırrını anlatmalı. Susması, kızması, kararları ders olmalı...
Hayatıma giren tüm hocalara bu güzel bahar sabahında bir bir teşekkür ederim. Kendimi keçi zannetmeyi bıraktım. Aslan olduğumu biliyorum. Sadece göle eğilip bakacak cesaretimi toplayamadım. O da an meselesi, hissediyorum.
Mevlam ne eylerse güzel eyler, eğer hala bu yolculuktaysam, mutlaka iyi bir yere gidiyorum. Ruhumu olması gereken yere taşıyan bedenime, yoluma taş kolay zihnime ve en önemlisi zihnimi yok saymam için yol gösterenlere selam olsun:)

27 Nisan 2012 Cuma

CİNAYETTEN KANLI ELLERİM:)

Yazmak biraz da öldürmek yazanı. Yazılanı. Yazmak bir cinayet en kibarından; kalemle klavyeyle yapılan katliam. Tek tek kurşuna dizmek kelimeleri ya da tek tek müebbete kapatmak en insaflısıdan.
Dokuz canlı anılarımız vardır, düşüne düşüne semirttiğimiz; BAŞIMIZA ÖNCE TAÇ, SONRA BELA olan... Bir yanda da güzel anılar, hatırladıkca yüzümüzü güldüren.


Kardeşimin düğününü anlatmadım size di mi? Yazayım da ölsün o anımız, gelecekteki güzel anılara yer açılsın hemen:)
Tolga Çandar bir türkü söyledi, ah ya. Köyümün türküleri gibisi yok. Yaz akşamı içilen buz gibi rakı, Efelerin oyunu gibisi yok! Kabak çiçeği dolması gibisi yok! Keçi peyniri, Milas zeytini gibisi yok!
Bu yaz iki ay Bodrum'dayım ya, neşesi şimdiden kalbimde!

Yazdıklarımla ölen geçmiş, yazdıklarımla ölecek gelecek... öperim sizi yanaklarınızdan!


21 Nisan 2012 Cumartesi


Farkındayım, bu yıl erguvanlar hakkında hiç yazmadım. Oysa an be an gözlemekteyim güzelliklerini. Dün annemle yürüyüş yaptık sokaklarda. Evimizin civarında neler varmış keşfe çıktık. Birbirinden güzel sokaklar varmış. Ve birbirinden güzel ağaçlar.. Bir kez daha iyi ki taşınmışız dedim. İnsan neden direnir ki değişime? Neden korkutur bilineyen? Neden denenmişim tüm olumsuzluklarına rağmen kımıldayamayız? Oysa her şey kımıldamakla başlar:) 

20 Nisan 2012 Cuma

ZOR AMA İMKANSIZ DEĞİL...

Değişmek mümkün. Sadece zor. İmkansız değil. Tembellik, alışkanlıklar ve öğrenilmiş, ezbere devam eden bir hayat döngüsü kırılabilir. Aramızda bunu başaranlar varsa, bir tek örnek bile imkansız kelimesini siler:)
http://www.youtube.com/watch?v=iG_lNuNUVd4&feature=related

19 Nisan 2012 Perşembe

Hayal hayal...



İnsanın boğazından en zor geçen lokmadır ihanet. Yüz kere su içsen, bin kere tükürsen de tüm gücüyle orada kalır! Bu yüzdendir zor yutulması/unutulması. Ama unutulur, beslemezsen kesinlikle o bile unutulabilir. Yine de zaman ister sindirmesi... Hele ki çok inanmışsak.

Ben filmi sevdim. İzlemeye değer buluyorum. Bilir kişi değilim elbet ya, gidin derim:)

17 Nisan 2012 Salı

DOĞUMLAR VE ÖLÜMLER... DÖNGÜNÜN TA KENDİSİYİM!


Olan biten tam anlamıyla bu aslında. Doğum ve ölüm. Aradaki sürecin gerçek bir yaşam olması ise her zaman mümkün değil. Sabah Muhterem'in dediği gibi "kafasına sıkmazsan yaşayan ölüler ölmez!!!" :)))Ne alaka demeyin, çok alaka!
Velhasıl, uzun lafın kısası pek değerli kahve makinam, ki kendisiyle mazimiz en eski sevgilimden de eskiye dayanır, bu sabah çöp tenekesine doğru yollandı. Bir eşya olmasına rağmen, ona gönlümde ciddi bir cenaze töreni yaptım. Bu yazıyı da bana yaptığı son kahveyi yudumlarken yazıyorum. Heyhat, kaderde yeni bir kahve makinası almak varmış. Nicedir gözüm başka bir makinaya takılmaz idi, zira kahvemden memnundum ama gel gör ki kırıldı işte makinamız. Eee ne yapalım, alacağız bir Krups:))
İşte sevgili okuyucu, ölüm ve doğum, aşk ve ihanet iç içe! Bir yanda mutfakta dört bir yana saçılmış cam kırıkları, diğer yanda yeni makinamın hayali. İnsan böyle bişi.
Bu arada benim kahve içmem epeyce önemli, zira bu sevdiğim bir alışkanlığım. İçmeden de yaşayabiliyorum ama ne gerek var di mi? Pek çok şeyi yapmadan yaşıyorum zaten.
Neyse, bu arada erguvanlar açmış haberiniz var mı? Bahar gelmiş yani. Aloooo ofisine saklanmış, iş çıkışı koşa koşa eve giden sana diyorum, bahar gelmiş! Çık, çık dışarı bi kahve iç boğazda. 5 Lira yaw, fakir de etmez seni zengin de. Çık çık, seneye görmezsin belki baharı, garantin yok ki. Bak ben geçen baharı kaçırmıştım, o yüzden buna sıkıca yapıştım.
O kadar mutluyum ki bu sabah... Sabahı gördüğüm için, bir evim olduğu için, cebimde yeni bir kahve makinası alacak param olduğu için, balkonuma gelen baharı koklayabildiğim, sevdiklerimle - bazıları başka bir alemde olsa da..- aynı gökyüzünün altında olduğum için, hala nefes aldığım ve buna şükredecek kadar akıllandığım için... Ve daha pek çok şey için... Yaşasın döngü! Yaşası aklımı kucaklayan kalbim!

16 Nisan 2012 Pazartesi

HER GÜN BİR ELMA

Zihnimle ben yolculuğumuzun bu dönemecinde "el mi yaman, bey mi yaman?" oynuyoruz. Sabahtan başlayıp, akşama kadar kesintisiz süren bu oyunda altın kural asla durmamak ya da sonsuza kadar durmak:))
Velhasıl şimdilerde her gün bir elma yiyerek ilk hamlemi yaptım. Haftaya buna bir de limon eklersem yaşadık!

14 Nisan 2012 Cumartesi

HİÇ BEKLEMEDİĞİM ANDA...


Poker oynamayı bilmem. Yüzüm utanınca kızarır. Sıkılınca kızarır. Yorulunca gözlerim kayar. Karnım acıkır veya uykum gelirse huysuzlanmaya başlarım. Sulu gözlü değilimdir ama duygulanınca ağlarım. Kederlendiğimde acıdan çenem kilitlenir... Genellikle gafil avlandığımda, kendimi kontrol edemediğimde ağlarım. Başkaları için, film izlerken veya okurken kolay, kendim için zor gözyaşı dökerim.
Şöyle bir geriye bakarsak - nasıl göründüğüm, nasıl algılandığım kaygısı taşımaksızın, içime bakarak ağladığım anlardan bahsediyorum- bir elin parmağını geçmez hıçkıra hıçkıra ya da bir kaç damlayla ama içten, taaa içimden ağladığım; kendim için, kaygısızca ağlayabildiğim. Ve titremek. Kontrol edilemeyen bir beden sarsıntısı. Evlenirken, mezun olurken, sahneye çıktığımda ve daha pek çok yerde bile titremedim ben. Ama öğrencilerimle yaptığım ilk derste titredim.
Ve bugün hem titredim, hem ağladım. Ben Vadin Gurudwara Saraswati, hiç beklemediğim bir anda isim aldım! Doğdum. Kendime doğdum. Beklentisizliğimin, vazgeçmişliğimin, yönsüzlüğümün tam ortasında yörüngeme oturdum. Geçmişsizliğe ve geleceksizliğe kucak açtığım hayatımın tam ortasında ömrümün hediyesini kucakladım.
Ben Vadin, bu yazıyı karanfil kokulu tören elbiselerime karışan yağmur sesi altında yazıyorum. Belki de ilk defa anı, anlık duygularımı aktaramamanın keyfine varıyorum. Ustamın kapısına geldiğim güne şükrediyorum.
Namaste

OLAN BİTEN

Gavur İzmir'e bir kez daha hayran olmak
4+4 stresi yaşayan öğretmenleri teselli etmek
Güzel kızımla Moda turu atmak
İstanbul'un insanından bir kez daha ölesiye rahatsız olmak
Jale ile pilates yapmak
Monty'nin gidişine alışmaya çalışmak
Film Festivali'ne ilgi göstermek
Kısacası tırnakları dibinden kesilmiş bir kedinin ağaca tırmanmaya çalışması gibi, hayata tutunmaya çalışmak...

6 Nisan 2012 Cuma

AŞK EKSİK


Uyuklar gibi yaşamak, korkarak yaşamak ve geleceğe hiç inanmamak. Prusya Kralı'nın buyurduğu gibi "her gün p.tesi" midir acaba? Ya da bitmeyen bir Mart mıdır HAYATIN tamamı?
Aşık olduğum zamanları hatırlıyorum; neşemi, enerjimi, herşeyin gözüme ne kadar güzel göründüğünü...
Derimiz, tırnaklarımız ve saçlarımızdan hayatın suyu çekilirken, kalbimizden de aşka inanç mı eksiliyor acaba? Bu yüzden midir şehrimin üzerinde dolaşan gri bulutlar- mevsimden mi yoksa?-, bu sebeple mi herkes gözkapakları düşük, konuşmaya üşengeç, ertelenmiş planlar silsilesi şeklinde yaşamakta?
Başka bir ülkede farklı olabilir mi bütün bunlar? Aşk ülke sınırlarını terkedip, mesela Marsilya'ya gitmiş olabilir mi?
Dün sabah okula girdim. Kapıda Giray karşıladı beni. Salya sümük ama her daim güleç yüzüyle "öğretmenim günaydın!" diyerek kanlı canlı bir selpak muamelesi yaptı bana:) Bir an canlanır gibi oldum ya, çabucak düştü yine omuzlarım. Okul müdüremizin miğreni tutmuş. "ah hocam yoga mı yapsak?" diye mızıldanıyor. İş arkadaşım tabii ki kendisi, bilemiyorum nasıl yardım edebilirim... Belki daha iyi hisseder diye halimi, hissettiğim beden durumunu anlatıyorum. Hemen teşhis koyuyor: "AŞK LAZIM".
Evet, kadın haklı, aşk lazım. Aşk nicedir lazım. Ekmek kadar, su kadar, uyku kadar lazım. Daha az değil, basbayağı lazım işte.
Bütün bunlara damga vurur gibi bu sabah yukarıdaki fotoğrafı da görünce nicedir tamtakır kuru bakır olan kalbimin kapılarını, tüm odacık ve karıncıklarıyla hayata açmaya karar verdim. Gelen giden olur mu bilmem. Ama artık onu çerçöple doldurmayacağım. Sağlıklı bir hayat için aşk lazım arkadaşlar.
Film, tiyatro ve müzik festivallerinin bu denli hınca hınç dolu olmasının nedeni de birazcık bu. Aşk olsa, kimse gidip film izlemez. Ya da en iyi ihtimalle salonlar elele sevgililerle dolu olur. Kağıt hışırdatan teyzeler ve onlara asabi asabi, sanki toplu katliam yapmışlarcasına bakan ablalarla değil. Kaldı ki o ablalardan biri de benim:) Sanat hastalanmamak için gerekli.
Neyse, ne diyordum; AŞK LAZIM!

5 Nisan 2012 Perşembe

NEDEN?


Belki de henüz doğmadığımız zamanlarda, açmadığımız yaraları iyileştirmek için fazla emek harcıyor, bize verilen hayatı çarçur ediyoruz... Ediyor muyuz? Ediyor musun? Babanın günahlarını tekrarlamamak için başka günahlar işlemiyor musun? İşliyorsun, biliyorum....
Ben de anneme yapılan haksızlıkları telafi etmek istercesine hayatımın odağına onu oturttum, sırf mutlu olsun diye dolap beygiri gibi dönmekteyim etrafında... Başım döndü, midem bulandı. Hala dönmekteyim! Seni anlayamadım ya, üzülme; ben kendimi de anlayamadım ki..
Ne kızgınlıklarımı, ne başa çıkamadığım hayal kırıklıklarımı anlayabilmiş değilim. Bazen hepsi inanamayacağın kadar anlamsızlaşıyor. Hiç tanımadığım birine anlattım geçenlerde, hani başka birinin hikayesiymiş gibi. Öyle bir baktı ki bana. O zaman anladım nasıl bir uçurumdan döndüğümü.
Ne kötü. Bizim olmayan yaralara, bizim olmayan kuyulara, karanlıklara doğuyoruz. Sonra da çık çıkabilirsen içinden. Olsa olsa yanına bir kuyu daha açıyoruz. Oysa bulduğum ilk merdivenle Ay'a tırmanmak, oradan aşağıya bakmak isterdim.
Merdivenin tepesinde oturup kocaman bir makasla hayal kırıklıklarımı kıtır kıtır doğramak, sonra bütün yaralarımı kopartıp, bir bir atmak isterdim. Kalan ömrümde hiçbir miras taşımaksızın, gerekirse yersiz yurtsuz, birtek kendimle yaşamak isterdim. Bütün sevaplarım ve bütün günahlarım öğretilmemiş olsun, sadece ve sadece benim olsun isterdim. Kararlarım kalbimden gelsin, hepsi yalnızca istediğim için verilmiş olsun. Bunu çok isterdim..
Borçsuz ve alacaksız olmak varsa ucunda, inan bana beş kuruşsuz kalmak isterdim!

3 Nisan 2012 Salı

RUH EŞİMİN ADRESİ

Dün gece rüyamda Floransa'daydım. Ama kötü bir mevsimde gitmişim, sokaklarda köpekler dışında birkaç İtalyan aileyi zar zor gördüm. Üstelik öyle filmlerdeki gibi değildi. Silivri'nin ya da Bodrum Aktur'un kış zamanı gibi; ıssız ve sessizdi.
Rüya bu ya bir İtalyan ailenin evinde kaldım. Tavan deniz kabuklarıyla süslüydü. Evi çok sevdim. Sıcak, değişik bir havası vardı. ASIL İLGİNÇ OLAN ŞU Kİ: Orada ruh eşimi buldum! Meğer Floransa'daymış! Ya, e şimdi ben Floransa'ya gitmez miyim? :))))

2 Nisan 2012 Pazartesi

NİSAN

Gidenin ardından konuşulmazmış ama Mart, son güne kadar elinden geleni ardına koymadın! Ne zorun var benimle anlayabilmiş değilim. Elektirik ve doğalgaz'a gelen zam da cabası oldu. Biri sana yıla yayılması gereken ne kadar moral bozucu şey varsa, "otuzbir günde yap gitsin" mi dedi?
Neyse, bittin ya şükürler olsun!
Nisan'cım, geldin, hoşgeldin. Ajandama baktım, bana nefes aldırmayacak gibisin. Olsun. Can sıkma, Mart'ı aratma kafi. Öperim gözlerinden:)

1 Nisan 2012 Pazar

KEYFİM YOK

Son zamanlarda en sık duyduğum cümle bu olmaya başladı. İnsanların keyfi yok. Zaten "keyif" kelimesinin de hayatlarımızda yeri yok. Bütün gün, özellikle İstanbul gibi bir şehirde debelenmiş, hele ki trafikle boğuşmuş, üstüne eve gelip bir kap yemeği bile sırf ölmemek için yemiş milyonlarca insanın nasıl keyfi olabilir ki?
Yavaş yavaş sağlığımızı, neşemizi ve akla gelebilecek herşeyimizi kaybediyoruz. Dedemi düşünüyorum da, son güne kadar hayata sımsıkı bağlıydı. İtirazı vardı Azrail'e. Elinden gelse kovalayacaktı... Ya ben? Siz?
Haziran ayı biter bitmez, yeraltında bir odaya çekilmeyi hayal ediyorum. Kabuğunu terkeden bir kafadan bacaklı gibi, mümkünse bedenimi bile sıyırıp, atıp saklanmak istiyorum. Bütün bu olana bitene ve kalan ömrüme dışarıdan bakabilecek kadar uzaklaşmak ve sonra yakın olmam gereken, yakın olmak istediğim yere yaklaşmak.
İngiltere'de çok üzülmüştüm İngilizlerin Cuma ve C.tesi gecelerine. "Vah demiştim, ne kadar yalnızlar." Çok değil, on yıl sonra aynı haldeyiz. Kendini ve karşışındakini hızla tüketen, sağına soluna bakmadan yaşayan bir toplum olduk. Birbirinin inançlarına, değerlerine teğet geçemeyen, kesişme kümeleriyle kan revan içinde kalan insanlarız..
Gülme yogası yapmak zorunda kaldık düşünebiliyor musunuz? Gülemediğimiz için salgılanmayı durduran veya azaltan hormonlara yardım etmek zorunda kaldık! Daha ne olsun?
Bizi sağlıklı tutan herşeyi yavaş yavaş kaybediyoruz... Flört etmek yok artık. Tanıştın, yemeğe çıktın. Adamla yattın yattın, yatmadın tövbe aramaz bir daha. Ha yatarsan da yüzde yüz değil bilesin! Zeki&Metin ve Kemal Sunal filmlerine gülmek de yok. Bayağı geliyor insanlara. Akşam gezmeleri yok. Misafir için çifte kavrulmuş lokum bulundurmak ve meyva ikram etmek de yok. Bırak misafiri ev halkına yemek pişirmek dahi iş! Oysa mutfak evin merkezdir. Kutsaldır. Sevgi, beslenme, emek oradan yayılır hayata. Ama rutinden bezmiş bir anne için dondurulmuş yemeği mikodalgaya atmak bile ciddi bir eylem. O kadın yemeğe dokunmadı, sebzeleri seçmedi, yıkamadı, soymadı, doğramadı. Tadını tuzunu ayarlamadı. Belki tabaklara servis etmedi? Hazır bir yemeği yedi ev halkı. Tıpkı hazır hayatları yaşadığı gibi. Sordulamadı, damak zevkine uyup uymadığına bakmadı. Sadece doydu. Ama içeride birileri yine aç kaldı. Semiren bedenlerin içinde sıkışan şey, işte keyifsiz olan sensin!
Bu yüzden yeraltına gitmek lazım. Bütün bunlardan uzaklaşıp, kaybolan keyfimi aramam lazım. Bedenimin içindeki mahkumu salıvermem lazım. Keyfi olmayanlara önerilir. Bahar firar planları için güç verir insana:)