14 Eylül 2010 Salı

"Nasılsın Elvan?" demek yerine blog okumakta ısrar edenler için cevap veriyorum:
Yoğun,
yorgun,
mutlu!

11 Eylül 2010 Cumartesi

HAAAAAYIIIIRRRRRR!!!!!!


HAYIR

HAYIR

HAYIR

HAYIR

HAYIR

HAYIR

HAYIR

HAYIR

HAYIR

.

.

.

.

.

.

8 Eylül 2010 Çarşamba


HAYATIMA ANLAM KATAN HERKESE; AİLEME, DOSTLARIMA, ( u2'YA :)) VE ELBETTE ÖZELLİKLE DE BENİ MADDE DÜNYASINDA BOĞULUP KALMAKTAN KURTARAN ÇOK DEĞERLİ HOCALARIMA NİCE MUTLU, HUZURLU BAYRAMLAR DİLERİM.

7 Eylül 2010 Salı

U2, anjiyo U2, anjiyo ve U2!


Kişisel tarihimin en nadide sayfalarından birinde 6 Eylül'ü sevinçle hatırlayacağım; sevinç ve ölümcül yorgunlukla!


Malum, Maçka'dan yeni döndüm. Fakat uçaktan iner inmez o kadar ciddi bir görev listesiyle karşılaştım ki, değil oraları ve gördüklerimi yazmak daha ne kabakları, ne de pazıyı pişiremedim. Elim kolum kalkarsa bugün inşallah. Yani yemek pişirme bölümü. Yazı mı? Henüz mümkün değil!


Dün Memorial Hastanesi'nde kardiyovasküler vittiri zit bölümünde başlayan günümün Kutlu ve arkadaşı Elif'le U2 konserinde devam edeceği ve bizim Dalyan mahallesi sakinlerinin de dahil olduğu şahane bir sabaha karşı eve dönme operasyonuyla nihayet bulacağı kırk yıl düşünsem aklıma gelmez, hayal etsem muhakkak eksik kalırdı! Gerçek, hayalden daha güzel:))))


Maçka'nın tezmiz havası ( deniz seviyesinden bilmem kaç yüz metre!!! ) ve Pegasus Havayolları'nın uçan minübüsü ( neden ucuz olduğunu gayet iyi anladım ) yüzünden allak bullak olan bedenimi, sabah 06.00 sularında kaldırıp hastaneye götürmek pek zor olmadı. Fakat ameliyathane kapısında beklemek konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Hele ki benim gibi babasız biri için içerideki annesiyse, orada beklemekle dokuz doğurmak arasında hiç bir fark yok. ( Gerçi değil dokuz, bir tane bile doğuramadım ya, neyse...) İnsanın bilinçaltında sıkışıp kalmış ne kadar korku, gözpınarlarında saklanmış ne kadar yaş varsa" hurraaaa" diye hücum ediyor böyle zamanlarda. Ama Allah Prusya Kralı'ndan ve onun pek muhterem vekili İsveç Kralı'ndan razı olsun. Asalet başka şey canım. Tabii Piri Altuğ Reis ve ailesinin varlığı da büyük destek idi. Ama onların rolü ikinci bölümde:)

Annem ameliyathaneye girene kadar ona nefes egzersizlerinden ne hatırlıyorsam yaptırdım, hatta Osho'dan bölümler bile okudum. O gayet sakindi ya, ben dağıldım! Ameliyathane kapısında aileden birini bırakmak ne demek unutmuşum...


Neyse ki şahane bir sonuçla geri döndü annem. Yuttuğu ve damarlarında gezen ilaçlar sayesinde, çok değil bir saat içinde derin bir uykuya daldı. Aslında onu uyutan Pir'in Belh'den Anadolu'ya geliş maceralarıyla ilgili kitaptan okuduğum sayfalar mıydı, yoksa ilaç mı gerçekten emin değilim... Sonrası benim hastane aktivitelerim:)


Veeee annemin düşünülenden çok daha iyi olması bana U2 konseri kapılarını araladı. Yok mümkün değil gidemem diye düşündüğüm konsere gidiyor muydum ne?! Ondan sonrası macera arkadaşlar. Bono'ya adım adım yaklaşmanın hazzı karşısında gitgide yok olan yorgunluk ve on iki saat hastanede debelenmenin ardından umulmadık bir enerji patlaması!


Annemi, Kirişoğlu Ailesi'nin koruyucu ve sevgi dolu kanatları altında bırakır bırakmaz, pırrr diye uçtum. Uçtum da, sanmayın ki pıt diye stada kondum! Stad gerçekten olimpiyat stadı. Zira kendisi Yunanistan sınırına yapılmış! Hani sırf ateşe yakın olsun diye galiba???!! Galiba diyorum, çünkü ne yazık ki Türk olmama rağmen Türkün aklı neresinde saklı anlayamıyorum!!! Aslında bu durum, benim Temel'le akrabalığımdan kaynaklanıyor olsa gerek! Hadi ben Karadenizli kanımın kurbanıyım, peki stadı oraya konduranların topu mu Laz idi kardeşim!!! Cık cık cık... Ülkede tez zamanda kara lahana, mısır unu ve kabak yasaklanmalı. Fındık için önlem almaya gerek yok, onu bitirmişler zaten! Belki bu besinlerdir yurdumun o bölgesini bi tuhaf yapan:)


Mecidiyeköy'den Yenibosna'ya metroda kim var kim yok ise akraba olduğum yetmezmiş gibi indiğimde de beni öyle bir kuyruk ve sonrasında öyle bir trafik bekliyordu ki, bir an için geri dönmek istediysem de, dönüş yolu da gidiş yolu kadar tıkanmıştı! Çaresiz tıngır mıngır, adeta mehter çatlatırcasına ilerleyememeye başladık! Amanın bu ne ilerleyememek, eğer yanımda Kutlu ve Elif olmasalardı sıkıntıdan orta yerimden çatlayabilirdim.

Bu çileli yolculukta neler olmadı ki? Bir paket sunta Eti Burçak bisküvi ballı börekmiş gibi paylaşıldı. First cikletlerinin çilek ve mandalinli karışımıyla huzur bulmaya çalışıldı ve daha da eğlencelisi bütün bunlar yaklaşık 3, 5 saat sürdü. Konser alanına ulaştığımızda saat 22.00, U2 ile göz göze geldiğimizde 22.15 sularıydı.


Ve adeta bir sevgiliye usul usul sokulur gibi, tadını çıkarta çıkarta stadın en tepesinden saha içine kadar inmek var ya, 3,5 değil 13,5 saate değerdi. Mest oldum! İşin güzel yanı Elif'le yeni tanışmamıza rağmen kızı sevdim ve gayet de memnun oldum onlarla takılmaktan. Bütün olumsuz koşulara, günün stresi ve yorgunluğuna rağmen canım Nazmi Hocam ne dediyse onu yaptım: anın tadını çıkarttım. Şarkı söyledim, zıpladım, koştum!!! Hatta bir sigara bile yaktım:)


Şarkıların içinde kaybolduk. Herkes zevkten öldü öldü dirildi. Stada ulaşmanın çilesi hooooppppp diye unutuldu. Hele bir de konser "with or without you" ile kapanmadı mı.. Of!


Bu konseri izleyebilmeme destek verenlere minnettarım. Prusya Kralı'na, beni nikah yüzüğümden daha çok bağlandığım o şahane "görevli" bilekliğimle görevli kıldığı ve bu sayede stadın her noktasının tadına varabildiğim için, Kirişoğlu Ailesi'ne anneme gözkulak oldukları için - zira onlardan başkasına asla güvenemezdim - ve tabii annemin damarlarına; tıkanıp olay yaratmadıkları için:)


Aaa pardon bir de bu konserin akılla zarar bir dönüşü var. Dur dur onu da iki satır anlatayım:) Efendim biz stad içinden çıkmaya hiç gönüllü değildik, ve fakat Bono gidince anladık ki çıkmak lazım. Konser bitmişmiş... Tanrım güzel şeyler niye çabuk biter ki? Diğer müzik sever kardeşlerimiz tıpkı akıncılar gibi çıkışlara yöneldiler. Buraya kadar tamam da, dönüşte araç bulmak için filmlerde gördüğümüz at pazarları ile nazi kamplarını anımsatan toprak bir arazinin ortasında dımdızlak kalmamız şahaneydi! Sıkıldık mı? Yooo bacağım zonkladı, belim avaz avaz bağırdı ama o son şarkı ve dönen ışıkların büyüsü beni o kadar manyaklaştırdı ki acı gitti, yerine sonsuz bir enerji ve sebepsiz coşku geldi. Hoplaya zıplaya sohbet, muhabbet! Kuyrukta bekleme, Mustafa'nın doğu uçuşları, Tolga, Aslı vesaire ile muhabbet derken epeyce bekledik. Sonra mı? E tabii sevgilim helikopter falan göndermedi:))) On yedi kişilik minübüse 37 kişi doluşup, polisin işimizi zorlaştırıp, trafiğin canına okumasına rağmen Yenibosna'ya ulaştık. Minübüsten inerken iyice baktım, sağa sola dağılmış hücrelerimi toparladım ve indim!


Bundan sonrası İsveç Kralı Philip ve mahalleden arkadaşlarla ( kral kendi duygu ve düşüncelerini üçüncü tekil şahıs ağzından dile getiriyordu: Philip bunu sevmedi gibi:)) manyakça gülerek, hatta sapıtıp cikleti balon yapıp yapıp asaletten epeyce uzak tavılar sergileyerek :))- ile sızlanarak ve kahkahalar atarak geçti. Ya Muse bizimle olsaydı? Burnumuzdan getirirdi. Zincirlikuyu'da sürünmek, takside kucak kucağa oturmak ve ayaklarım zonklayarak yatağa düşmek hiiiççç dert değildi. Yaşasın U2, yaşasın krallar:))))
Boşver kralım pabuçları, yenisini alırız sana hazinenin kasasından!


not. daha neler var ama yazacak mecalim yok!




5 Eylül 2010 Pazar

SEVGİ...


"... HAYATTA HİÇBİR ŞEYİ BEDAVA ELDE EDEMEZSİN. VE ŞAYET EDERSEN DE İŞE YARAMAZ. ÖDEMELİSİN VE NE KADAR ÇOK ÖDERSEN ONDAN O KADAR ÇOK YARARLANIRSIN. EĞER YAŞAMINI SEVGİ İÇİN RİSKE EDERSEN, ELDE ETTİĞİN ŞEY MUHTEŞEM OLACAKTIR. SEVGİ SENİ KENDİNE DÖNDÜRÜR. SANA BİRAZ MEDİTASYON YANSIMASI VERECEKTİR. İLK MEDİTASYON ANLARI SEVGİDE GERÇEKLEŞİR. VE O ZAMAN BU ENSTANTANELER, SADECE ENSTANTANELER DE DEĞİL, O DENEYİMLERE ULAŞMAK İÇİN İÇİNDE MUHTEŞEM BİR ARZU YÜKSELİR, BÖYLECE O HALLERDE SONSUZA VE SONSUZA DEK YAŞAYABİLİRSİN. SEVGİ SANA MEDİTASYONU TATTIRIR..."


OSHO, OLGUNLUK, SAYFA: 101-102

4 Eylül 2010 Cumartesi

HOLLUM HOLLUM HUUU!!

Bulmak için aramak, belki sonra kaybolmak mı lazımdı hocam? İşte şimdi kayboldum. Kafam, bedenim ve içinde olan her şey özellikle kalbim duman* tarafından sarıldı. Çakalların dans ettiği, geçmişin hayaletlerinin sis olup ormanları kapladığı, sesizliğin topraklarından şimdi geldim. Hollum hollum huuuuu!!!
*Soldoy köyü sise, duman diyor. Duman indiğinde çakallar tavukları kapmasın diye de" burada insan var gelme" demek yerine çakalların anlayacağı dilde bağırıyorlar:" hollum hollum huuuu !"